29 Ağustos 2010 Pazar

nerden nereye


şimdi peşinen söyleyim çok fazla futbol maçı izlerim, severim de evet. hatta amatör olaraktan toprak ve halısaha tecrübelerim de olmuştur. lakin ben bu işi biliyorum diye ahkam kesemem, analitiğinden fiziğinden hiç anlamam. sadece kıt bilgilerimle futbol matematik değildir diyebilirim. bunu herkes der zaten. malumunuz bir istikrar, bir devamlılık nasıl söyleyim bir kesinlik yoktur futbol denen oyunda. sonucu bile ihtimalli olan birşeyden bahsediyoruz sonuçta di mi?

efendim şunu demek istiyorum. matematik değil belki futbol ama bazı takımlarda oyuncular hocalar hatta başkanlar değişse de klüp sanki kendi kültürünü geleneğini oluşturuyor ve o gelenek yıllar boyu sürebiliyor.

şimdi katılırsınız katılmazsınız (uefa kupasını hesaba katmadan söylüyorum) bir iki sene ve özellikle bu sene tökezlese de türkiyenin avrupadaki en başarılı, en avrupai oynayanı hangi takım deseniz. g.saray cevabına büyük çoğunluk dudak bükmez sanırım. özellikle derwallden sonra devrim oldu takımda. adamlar bir başka oynadılar senelerce. ama sanki o miras, o kültür (sebep ne olursa olsun kadro, hoca, başkan, yönetici,hava,civa ,su bilemem ben...) son demlerini yaşıyor bugünlerde. can çekişiyor gibi. bülent korkmaz direktörlüğünde bile var olan iştah heyecan sanki iki senedir yok gibi. burası böyle....

sonra bi de g.birliği mevzuu var. rahmetli babam; gordon milne döneminde beşiktaş türkiye ligini, kupasını kasıp kavururken bile " şu g.birliği kadar pas yapıp güzel futbol oynayamıyoruz" derdi. haklıydı da. sağdan rıza şişirir, soldan da walsh'un tipik ingiliz uzun toplarıyla sonuca giderdik. hayır bu küçümsemek değil onca başarıyı. nasıl anlatayım şimdi herkesin dilinde pelesenk olan ispanya barca tarzı, bol paslı çok varyasyonlu göze hoş gelen spektaküler hareketli futbolu bir g.saray bir de g.birliği oynadı uzun zaman sponsorsuz süper ligimizde kanımca. evet bir de babamca!
çok izleyemesem de son yıllarda sanki ilhan cavcav işi biraz boşladı gibi ve o eski ısıran, bilinçli top oynayan alkaraklar yok yeşil sahalarda. tabi bunu son yıllardaki saha sonuçlarından ve izlediğim bazı maçları ışığında söylüyorum. yoksa yanılıyor da olabilirim.
anlatmak istediğim, bir kültür, bir gelenek meselesiydi bu istikrardan çok.
g.birliği ve g.saray ya duraklama dönemi geçiriyorlar. ya da tamamen başka bir cumhuriyete yelken açacaklar. zaman....

beşiktaşa gelince gordondan sonra daumlar, scalalar, tiganalar, e.sağlamlar zamanında da bir kaç maç haricinde hep yavan, hep keçi boynuzu tadında futbol oynadık. türkçesi beşiktaşın bir futbol kültürü oluşmadı. belki biraz tigana ve del bosque uğraştı bu uğurda onların da zamanı yetmedi!
sanki "şuster"le bir şeyler değişecek gibi bu sene...

ama bu kadar karın ve baş ağrıttıktan sonra asıl gelmek istediğim konu bu da değil. değişmesini istediğim ve şu an yürekten dilediğim "son dakika forvet transferi kültürümüz".
transferde son üç gün ve biz yine golcü arıyoruz.
yıllardır süregelen ve artık gelenek halini alan bu alışkanlıkla transferleri (hatta şurda zamanında değindiğim gibi golcü transferlerini) hep sona bırakan beşiktaş ferdi dışında turnayı gözünden vuramadı.
umarım takımın oyun anlayışı ile birlikte bu son dakika futbolcu ve bilhassa golcü transferi basiretsizliği yapılacak başarlı bir nokta transferle tarihe gömülür bu sezon. ve biz de her sene olduğu gibi hangi yabancı gidecek, yerine kim gelecek totosu oynamak zorunda kalmayız.
umarım.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

maziye bir bakıver


kolay gibi gözükse de aksayan yanlarıyla beşiktaşımız yeni adı ve şekliyle uefa avrupa ligine kalmayı başardı. ve geçmişte hiç hoş anılarının olmadığı iki takımla buluşevirdi. bunlardan en tatsız anıya sahip olduğu ama aynı zamanda şimdi sofya ekibiyle en zayıf olanı rapid wien ki 84-85 de beşiktaşla başladığı kupa galipleri yolculuğunu everton finaliyle taçlandırmış ama kupaya uzanamamış bir viyanalı. iş bu yazı da 26 yıl önceki bu eşleşmeyi biraz eşelemek amacıyla kaleme alınmıştır.

bir sonbahar akşamı dayandı karakartallar viyana kapısına. başında tarifeli sefer yapan vapur gibi bir fener-bir beşiktaş-tekrar fener yapacak olan branko stankoviç. o stankoviç ki 84-85 de averajla fenere kaptırdığı şampiyonluğu bir sene sonra yine averajla g.saray'ın elinden alacak olan yugoslav direktör.
karşısında ise yıllar sonra f.bahçeyi çalıştıracak otto bariç. futbol çok garip hayatta öyle.

maça hızlı mı yoksa yavaş mı başladık bilemiyorum. küçüğüm daha o zaman. ama ilk golü biz attık sonradan mirsad güneş olup g.saray yolunu tutacak kovaçeviçle. maçın daha başı sayılır, 10'lu dakikalar.. o gün çok sevinmiştim o golü attığımıza ama uyuyan devi uyandırdığı için çok kızdım sonradan kova'ya! belki de en verimli sezonlarında bizi bırakıp g.saraya gittiği içindir. bilemiyorum.
sonuç; avrupada ilk golü atıp 4 gol yediğimiz maçların ilkiydi bu maç.(diğerleri için bkz. a.bilbao-Beşiktaş ve milan-beşiktaş)

italyanmış maçın hakemi. iki tane penaltı çaldı. yetmedi "genç rızayı" oyundan attı. kısaca biraz da bu akdenizli bizi harcadı. hem hakem çalar da panenka atmaz mı. 2 penaltısına bir gol daha ekleyerek üç gol attı bize penaltı kralı. sonra bir gol daha atıp gecemizi iyice kararttılar: 1-4. hem yenilmiş hem ezilmiştik. ama bunun rövanşı vardı elbet. lakin rövanşta bu ağır yenilgiyi çıkaracak ne moral ne de gücümüz vardı. 1-1 le rapid'in final vizesini ilk veren biz oluyorduk seksendört sonbaharında. böylece yenildik ama ezilmedik muhabbetinin yapıldığı o yıllarda umutlarımız sonraki yıllara devrediyordu loto misali.

foto : milliyet.com.tr