5 Aralık 2009 Cumartesi

o insan değil, cantona! - looking for eric


ne attığı birbirinden güzel goller, ne spektaküler hareketleri ne de yenilgiye tahammülü olmayan asiliği. formasının yakalarını kaldırıyor ya. işte bu hareketinin hastasıydım.

ingiliz-fransız-italyan-belçikalı çok uluslu, 2009 yapımı bir ken loach filmi looking for eric. futbolla hiç alakası olmayan bir bayan arkadaş sayesinde haberim oldu filmden. bunu niye söylüyorum. çünkü salt futbol değil olay. hayatın tam ortasından bir drama hatta yer yer bir komedi bu filmi. cantona olur da futbol ve güzel goller olmaz mı? var elbet. ama hayata dair bir sürü ders ve aforizma da var. uzun lafın kısası ben çok beğendim bu filmi. yer yer hatta çokça futbol öğeleri , tabi ki cantona golleri ve bizzat cantona başrolde. ama dediğim gibi salt futbol yok filmde. hayatın içinden kareler ve ken loach'ın her zamanki bakış açısı var... ha zaten futbol hayattır o ayrı.

son tahlilde ; futbolseversiniz sırf cantona golleri, bir kaç taraftar organizasyonu ve çekişmesi için bile seversiniz bu filmi.

yok eğer futbolla pek alakalı değilseniz ama sinema özelikle ken loach severseniz yine seveceksiniz.

ammaaaa hem futbol hem sinema severseniz o zaman kaymaklı ekmek kadayıfı olur diyorum. ha yine de tartışılmayan renklere ve zevklere saygımız sonsuz. bunun da altını çizelim de sonra şey olmasın!




ha bi de, futbolcu eric sahada artistti biliyorduk da, sahnede de fena değilmiş. ama vatandaş eric de müthiş oynuyor rolünü. tüm önemli maçların önemli anlarını ve gollerini ezberlemiş tipik fanatik. cantona'yı teste tabi tutuyor nerdeyse adam. her türlü fanatik.




filmde akılda yer eden bir çok görüntü ve söz var ama en çok taraftar eric'in aylarca unutamadığım, tıpkı bir bale gibi, dans gibi diye nitelendirdiği cantona'nın sunderland' e attığı golünü kutsaması dikkatimi çekti en çok.

"insanı öylesine doyurmuştu ki, hayattaki tüm sıkıntılarını bir kaç saatlğine unutturmuştu" diyor taraftar eric.

sahi sizin de aylarca hatta yıllarca unutamadığımız bir gol var mı?
tüm dertlerinizi bir kaç saatliğine unutturan gol... ve cantona gibi yıldızınız?

benim mi?

les ferdinand.
89 kupa finali ilk maçında, kadıköy'de toni schumacher'e dolayısı ile f.bahçeye attığı golü unutmak mümkün değil. keza aynı maçın rövanşında feyyaz uçar golü ve kendisi!

3 Aralık 2009 Perşembe

manchester fatihi, moskova gazisi!


aslında iş bu yazıyı ertem şener rüştü'nün "her yerini öptüğü" akşamı ve ertesinde gazeteler kendilerine "eğlenecek
yeni bir kahraman" bulduklarında yazmayı planlamıştım. ama işte evdeki hesap çarşıya uymadı. içimde de kalsın istemedim.

her ne kadar çok sevgili otoriteler total futbol, hücum futbolu, derinlemesine pas, göze hoş gelen spektaküler hareketler, dar alanda kısa paslaşmalar hede hödö vesaire deseler de malumunuz futbol sonuç oyunudur. hatta yine malumunuz özlü sözü bile olan ve sonunda almanların kazandığı basit bir oyundur futbol. netice oyunudur yani.
carlos alberto parreria'nın f.bahçesi gibi niye dolaştırıyorum topu? varmak, anlatmak istediğim husus; manu galibiyeti ile manu'nun sakalını traş ettik biz wolsburg ise hem kolumuzu hem bacağımızı kesti. "kahraman rüştü'nün" yardımı ile moskova'da da cska!

şimdi amaç ne bağcıyı ne rüştü'yü dövmek. fakat ve maalesef zaman zaman hepimizin, gürbüz medyamızın ise her daim yaptığı pireyi deve, deveyi cüce etme huyları nizami şarj yapmamızı gerektiriyor kale sahasının içinde.
evet yazılı-görsel basın bu işin ekmeğini, kaymağını yiyor. satmak için kullanacak bir şeyleri ama biz niye kendimizi kullandırıyoruz hatta bu oyuna geliyoruz.
ertesi gün gazetelere tvlere ve dahi sevdiğim bloglara baktım taksime rüştü'nün heykelini dikecekler sandım. baba, o iki kritik kurtarış ve sonuçla CL ye veya uefa ligine devam etsek anlarım da. göbeğimizi çok rahat kendimiz kesecekken ecnebi topçulara emanet ettiğimiz kritik virajda biraz abartılı değil mi yurtta ve dış temsilciliklerdeki bu kutlamalar? bir nevi diyet ya da borç ödedi rüştü. gerçi o'nu da eksik ödedi ya...

şimdi sormazlar mı adama madem o kadar kahramandı, süpermandi de moskova'da ne halt ediyordu bu adam? ya da zarfla ilgisiz ama mazrufla direk ilintili samiyen hezimetinde!
aha ben soruyorum işte..
hem de zaten somali'den kötü olan ekonomimize az da olsa bir nefes aldırma şansı tanıyacak uefa ligine kalma kritiğimizde.
olay şudur naçizane ve bir buçuk derece miyop gözümde..
rüştü ne çok iyi ne de çok kötü kalecidir. vasat kalecidir. hatta kumar gibi kalecidir. ki özellikle son yıllarda. yek de gelebilir düşeş de. ki yek geldiği vakitler çokcadır.
engin futbol ve kalecilik tecrübem tabi ki yok.
ama kalecinin kazandırdığı maçlar, kaybettirdiğinden çok olmalı diye düşünüyorum az buçuk mahalle futbolu kültürümle. futbol gibi çok basit aslında değil mi?
tek tek saymadan sadece bakalım geriye doğru, rüştü ne kazandırmış ne kaybettirmiş.

şimdi dönelim tekrar manchester'a. evet tarihinde bir manu galibiyeti olsun Beşiktaşımızın lafımız yok. bayern, barcelona, real madrid, liverpool, juve galibiyetleri de olsun hatta.
ama işte güzel benim olmayınca ben güzele güzel demem hesabı, sırf tarihin tozlu sayfalarında yazacak diye de efektif anlamda hiç bir anlamı olmayan "sıradan bir galibiyete" de biat etmem.
trabzon ya da biz geçmişte liverpool'u hatta barca'yı yendik de n'oldu gruptan mı çıktık, seri başı mı yaptılar bizi. ya da bizi çok güzel yendiniz alın guardiola ile gerard biraz da siz de oynasın mı dediler!
ha bazı hazımsızlar gibi küçümsemek için ali cengiz oyunlarına, şark kurnazlığına da girmeye gerek yok. o ayrı mevzu. galibiyet galibiyettir elbette ama haddi ve dereceyi de bilmek lazım diye düşünüyorum. kısacası birazcık gerçekci olmak lazım.
ya da benim gibi dövünmek lazım şimdi! çünkü niye;
son kahraman rüştümüz moskova maçında ya da ilk manu ve son wolsburg maçlarına sağlam çıkıp kahraman olsaydı da manu'ya yenilseydik diyorum.

ha umarım 08 aralıkta istanbul'u moskova'ya dar ederiz ve puan cetvelinde efsanevi feyyaz uçar'ın forma numarası ile sıralanmayız da siz de bana bu yazıyı yedirirsiniz aç karnına.

kiss you.

24 Kasım 2009 Salı

ferdi'nin almancası : stefan kuntz


beşiktaş tarihinde les ferdinand gibi az zamanda ( sadece bir sezon) çok işler başarıp, çok sevilen gönüllerde taht kuran ama tez kaybedilen alaman forveti.

kuntz kuntz kuntz' du kod adı! öyle çağırırdı taraftar kendini. çok severdi. tıpkı geldiği kulubün taraftarı kaiserslauternliler gibi. ağlayarak veda etmişlerdi stefan'a. neden gitti tam olarak bilmiyorum ama sanırım 34 yaşına rağmen euro 96 da gösterdiği performans ve belki daum'un gidişi etkendi buna. gönül isterdi ki bu almanı futbol hayatının sonuna kadar izleyeyelim deniz tarafındaki kaleden. şimdinin bazı türk özellikle de güney amerikalıları gibi maç seçmez her maç yüreğini ortaya koyar, hırsıyla mücadelesiyle gönüllere nakşettirirdi kendini. öyle ki 3-5 ve 1-2 kaybedilen kocaeli ve g.saray maçlarının kahramanı idi. kaybedilen maçların adamının kazanılan maçlardaki performansını siz düşünün artık.

malum süper ligde ve beşiktaş'ta alman haftası yaşanırken düştü aklımıza fırsatçı golcü. ferdinand gibi zor bulup kolay kaybettiklerimizdendi o da.
duyduk ki 2008 yılından bu yana ise FC Kaiserslautern klübünün başkanlığını yapmaktaymış.
başarılar diliyoruz kendisine buradan.

21 Kasım 2009 Cumartesi

deli'nin sağı, totem, rıdvan ve 20 dk.da derbi


* deli ibo'nun sağ ayağı ile yaptığı belki de ilk ve son asist 100.yılda (2002-2003) güngörendeki istanbul maçıydı. yine soldan yağ gibi akıp topu çekip son bir çaba ile sergeni nişanlamıştı da usta gerekeni yapmıştı. keza sağ ayağı ile yaptığı asıl büyük iş yine aynı sene ali samyendeki fırtınalı bir aralık'ta g.saraya attığı goldü. taraftar olarak yönetimden, denizli'den hatta federasyondan isteğimiz ibo'nun sadece sağ ayağı ile şut ve orta yapmasına izin verilmesi!
arz ederiz.

* geçen senenin son altı haftasındaki totemim son hız devam ediyor ve naklen izlemediğim maçları beşiktaş kazanıyor. elbet böyle gitmeyecek bu... gittiği yere kadar. kartal gool gool gool...

* biz totem yapa duralım bence rıdvan dilmen'in de bir toteme hatta fener maçlarından sonra yorum yapmamaya ihtiyacı var gibi. 100 de 100 futbolda değil de migros tribününden fb tv yayınına gelmiş taraftar gibi oluyor. olmuyor! sakin... relax... dört senedir yine aynı arzumanlarla, aydinuslarla, bünyaminlerle boynu bükük ayrılan hep bizdik... güntekin onay'ın bir kez olsun ilk cümlesinde hakeme giydirmeye başladığına şahit olmadım. ha haklı olmak başka (evet bence de penaltı ve 3. gol ofsayt) "fanatik" olmak başka ulusal, bağımsız ve tarafsız olduğunu beyan eden bir kanal ve programda...
öyle yani... geçmiş olsun...

*bobo fenere abone oldu. bu çocuğu sırf bu yüzden seviyorum işte. yoksa satın gitsin olimpyakos'a! nobre'de bonusu olsun umrum değil. ama özel izinle satılsın fb maçlarında gelsin bizde oynasın. ahah..

* ve tabata bence kulubede daha faydalı.... kulubedeki iki gol sevinci de ayrıca görülmeye değerdi. kulubede daha sevimli geliyor gözüme kerata. valla..

* bu arada mehmet topuz kısa saçları ile revivo'ya ne kadar benziyor... sizce de benzemiyor mu?

* talihin ya da tarihin kaderine bakın ki beşiktaş f.bahçeyi yine inönü de yine 3-0 lık (nihat,tayfur,pascal) net skorla 2000 yılında nevio scala'nın önderliğinde 6 yabancılı skandal maçta mustafa denizli'nin f.bahçesine karşı almıştı. bakmayın hürriyetin 19 yıl öncesi türkiye kupası atfına.. onlar yanlış biliyor!

* ve elbet michael fink. eskiden şimdinin boyacı şapkalarına benzer şapkalarımız vardı stadlarda giydiğimiz. böyle goller olduğunda o şapkaları fırlatır atardık. bu gole şapka çıkarılır deyimi de ordan gelme zaten. şapka çıkardık bu golüne fink'in daha da ötesi kadroya giremediği neredeyse kabus gibi bir ilk yarıdan sonra hırsını azmini azaltmayıp formayı yeniden kapmasına, mücadelesine, iş disiplinine saygı duyduk bu ağır alman işçisinin. danke schoen.
ha bi de bu golün kale arkası görüntüsü (fink'in topa yatışı, duruşu,vuruşu vs) poster yapılıp asılmalı okullarda ders diye okutulmalı. valla...

foto : fanatik.com.tr

20 Kasım 2009 Cuma

thierry henry


yeni duydum dünya kupası elleşmelerini! baktım bayağı bir ellemişler öyle böyle değil. baş aktörü de hala sevenleri var mı bilmiyorum ama (varsa da kusura kalmasınlar) benim en başından beri sevemediğim bir karagözlü topçu.
evet bildiniz..
adı: thierry
soyadı:henry
numarası : oniki

bu vatandaş için 2006 martında bir kart açmıştım başka bir sanal alemde.... yanılmadığım için üzülmedim ama dışımızdaki ve içimizdeki sevgili irlandalılar için çok üzüldüm.

26-mart 2006

sevmiyorum abi bu adamı! tamam iyi futbolcu, klas topcu ama iyi bir sportmen ve insan oldugu konusunda şüphelerim var. tamam dikkat cekildiği üzere belki fairlik hareketleri olabilir ama nazarımda unfairlik pek çok hareketi vardır.. zaten bana sevimsiz gelen yönü de bu tip hareketleri....
aha mesela dün akşamki real madrid maçında topu ayağından açmışsın. casillas'
da hakim olmuş topa... skor, tur her bi avantaj sende daha ne dürtüyorsun adamın kalbine kalbine doğru... hadi mağlup neyin olsan sinirlendi diycem, değil.. ha o da yanlış tabi... keza iki sene öncesinden aklımda kalan highbury'deki bir chelsea maçında kaleci barajı ayarlarken boş kaleye frikikten gol atıp sevinmesi falan işte. sahalarımızda görmek istemediğimiz hareketler hep bunlar.
sonra yine aşagı yukarı tüm önemli maçlarda avantajlı durumda yaptığı korner bayragına gidip vakit öldürme tripleri falan.. itici geliyor...

12 Kasım 2009 Perşembe

muhteşem geldi suskun döndü : ian wilson


beşiktaş'ın sezon açılışı, yer inönü, mevki yeni açık.
temmuz ya da ağustos sonuydu. 89 yazıydı ama kesin. 86'daki şampiyonluktan sonra takım ikinciliği kimseye bırakmıyordu üç sezondur. ama biz taraftarlar daha fazlasını istiyorduk. bunun baskısıyla olsa gerek geleneği de bozmayarak zamanın yönetimi son dakikada ama bu sefer üç yabancı birden hem de hazır kahve gibi paket halinde üçünü de ada'dan getirip saldı emektar inönü'nün çimlerine.

ian wilson içlerinde en fiziksiz ve saçsız olanıydı. en futbolcu görüneni mc donald bir devre boluspor bir devre b.dortmund maçı oynayarak erkenden yol almıştı. en uzun boylu olanı walsh en uzun süre kalanı oldu. wilson da arada 1.5 sezon idare etti deyim yerindeyse.

artık gözümüzde nasıl büyütüp anlattıysak açılışın idman maçı sonrasında mahalledeki fenerli abimden hadi ordan maradona yaptın adamı bizim en kazma oyuncumuz ondan daha tekniktir alaylı edasını cevap olarak almıştım. ama yılmadım, sakladım bu istihzalı cevap ve bakışı ve güneşli bir kış günü kadıköydeki 1-5 lik maç sonrası wilsonun kel kafası parlaklığında bir hediye paketinde iade ettim o fenerli abime!

son tahlilde kel kafası, oynadığı ilk derbi olan gs maçında gördüğü kırmızı kart ve de veselinoviç'in gönlünden beş geçtiği bir cumartesi öğleden sonrası bahsi geçen kel kafası ile f.bahçe'ye attığı golle hafızalarda yer etmiş iskoç futbolcudur kendisi. kaldı ki beşiktaştaki teşviki mesaisinde attığı tek gol budur. o da veselinoviç ve f.bahçeye nasip olmuştur.

beşiktaş sonrasında hocası ve kankası gordonla bir müddet bursa ve trabzon çimlerinde yardımcı teknik adam rolünde görülse de devamında izini kaybettirmiş eski futbolcudur aynı zamanda. fenere o golü atmasa yahut golü atarken beşiktaş iskelesinden bile duyulan o çaaatt sesi yankılamasa trt ekranlarından, bu kadar hafızalarda yer etmeyecekti belki de. hepi topu 20 maçlık beşiktaş kariyerinde unutulmazlar arasına girmeyi başarmış ender topçulardandır yine de.

selam olsun....

11 Kasım 2009 Çarşamba

kalecinin arkası merkez bankası mı gerçekten?


futbolla ilgili herkes cumartesi gecesi yahut pazar günü eminim bir şekilde hakan arıkan'la da ilgilenmiştir. kimileri gurur duymuş kimileri gıpta ile bakmış hatta kimileri de düpedüz bal demiştir belki de. bana her zaman olduğu gibi yine farklı çağrışımlar yaptı bu bir bakıma umut bulut hakan arıkan düellosu. adeta futbol dumanı içinde kayboldum. ligde iddialı olsun olmasın seksenlerin o fırtına gibi esen dobi hasanlı küçük hamdili hamili kadorusunu estirdi önce. sonrasında da beşiktaş açısından o günlerden bugüne belki de beşer onar yıl arayla gerçekleşecek kahramanlık hikayelerini. bir benzerini 85-86 da son maç sonunda hakan'a koşan ilk isim olan zafer öğer gerçekleştirmişti hem de şampiyonluk getirmecesine. bundan uzun yıllar sonra asper diye sarışın bir adam geldi türkiyeye daha ilk maçında gönülleri fethetti. yer yine avni akerdi.
işin enteresanı bu sevilen adamların sonraki senelerde beşiktaş'ta pek tutunamasıydı. umarım hakan için bu durum böyle olmaz.

tabi asıl meramımız bu değil. malumunuz kale futbolda en netameli yer olarak bilinir. hatta nankör meslek denir kalecilik için. gol atınca da yiyince de arkadaşlarım bana sırtını dönüyor ve hakeza 89 dk. süper oyna 90 da hatalı gol senden kötüsü olmaz, tersini yapıp doksanda gol atan forvetten iyisi olmaz geyiği bolca çevrilir futbol dünyasında.
sanırım hakan araıkan'ı uzun yıllar bir beşiktaşlılar bir de umut bulut unutmaz. ha bi de bizim gibi nostaljik manyaklar!

tıpkı tek maçla yahut bir kaç özel maçla zihne kazınan diğer meslekdaşlarını unutmadığımız gibi.
bazen tek maçla bazen de turnuva performannları ile takımlarını sırtlayan pek çok kaleci olmuştur futbol tarihinde. şöyle bir hafıza gezintisi yaparsak aklıma ilk 90 da asıl kaleci pumpido'nun sakatlanması ile arjantin kalesini devralan ve kurtardığı penaltılarla maradona'nın heykelini dikmeyi vaadettiği goycochea var. brehme'nin penaltısını kurtarıp şampiyon olsaydı arjantin sadece heykeli dikilmekle kalmayıp tarih yazacaktı bu genç adam... yine de bu başarısına rağmen futbol piyasasında beklenilen çıkışı bir türlü yakalayamadı.

keza euro 200o de nesta ve cannavaro ile birlikte reijkard'ın hollandasını durdurup gök mavililerin final oynamasında büyük pay sahibi toldo'nun performansı da unutulamaz. aynı turnuvada grup son maçında belçika karşısında devleşen ama son günlerde çok eleştirdiğimiz rüştü'yü de unutmamak lazım.

öte yandan 2005 Cl finalinde istanbulda olimpiyatta milan ve liverpool arasındaki 3-0 dan 3-3lük anormal sonuçtan sonra geçilen seri penaltı atışlarında liverpool'un polonyalı kalecisi dudek'in kurtardıkları değil de çizgi üzerindeki akrobatik hareketleri daha çok konuşulmuştu maç sonunda.

örnekler saymakla, yazmakla bitmez elbet ama 92 de sırbistan yerine plajdan toplanıp avrupa şampiyonu olan danimarkalı kaleci schmeichel ve arkadaşlarının yazdığı destanı unutmak olmazdı sanırım. dediğim gibi örnek çok. hatırlamak zor...

tabi de bir de maalesef kötü versiyonları var bu zenaatın. hani mesleğin nankörlüğünü gösterdiği kafalarını kale direklerine vuran kaleciler, kalecilerimiz. onların talihsiz anları...
g.saraylı mehmet, beşiktaşlı fevzi. ispanyol arconada ve daha niceleri....
belki başka bir gün onları da yazarız.

25 Ekim 2009 Pazar

mahmuut şuuut yandan auut

bordo'da da 3-2 lik fener zaferinde fenalaşmadan çok önce sevdik biz murat ünlüyü. reha muhtar'ın atinadan bildirmesi gibi ege bölgesinden çokca da izmir'den bildirirdi o vakit trt birden henüz süper olmayan ligimizin nabzını. şimdi artık canlı yayınlardan, üçge cep tvden mütevellit radyo dinlemediğimizden ve ayrıca ligde izmir temsilcisi de kalmadığından pek duyamıyoruz sesini.

sabahleyin sadece türkiye'de haliyle de yalnız lig tvde canlı yayınlanacak DÜNYA DERBİSİ için ntvsporda toplaşan kalabalıkta hararetle ve bir o kadar keyifle futbol geyiği çeviren adama takıldım. eski f.bahçeli futbolcu abdülkerimmiş. bence her programa lazım böyle bir adam. tabi sevgili ahmet çakar, oynat ermancığım, alan daraltan oyun kurgusuyla ömer üründül'de lazım lakin arada değişik yüzler, farklı sesler, futbol adına güzel tamlamalar duymak istiyor insan. abdülkerim'i görüp de nostaljik olunmaz mı? işte o yüzden mahmut ve murat ünlü ile yaptık beşte devre ondabiter'in santrasını. bu arada bilmeyenler için mahmut; uzaktan sert şutları ile tanınan eski denizlisporlu futbolcu. tıpkı ankaragüçlü nazmi gibi, bursasporlu gabriel gibi. bu arada "gavur" ne şut çekerdi ama.

neyse uzatmayalım top dönüp dolaşıp totemlere geldi. elbet bizim de gordon'un dümdüz dört dört ikisi gibi yahut parreira'nın can sıkan, haftalar süren hazırlık pasları gibi tek düze olmayan her maç rakibe göre değişen totemlerimiz mevcuttu. imkan ve şeraitler ne olursa olsun uygulanacak totemlerdi bunlar. misal hiç unutmam yağmurlu bi pazar g.sarayla karşılaşıyoruz trtbir de canlı hem de. evde yalnızım. takım bir sıfır mağlup ve yamulmuyorsam ilk yarının ortalarında metin'le beraberliği yakalayınca bulunduğum kanepeden karşı kanepeye iki dizimin üzerine atlıyorum. o arada hasta trabzonlu hüsnü geliyor maç hala bir bir. derken feyyazla iki bir öne geçiyoruz kanepeden fırlıyorum hüsnü "hadi yine iyisiniz " bakışı atıyor bana ama ben heykel gibi dikiliyorum. hüsnü bana ben hüsnüye bakıyorum lakin ilk goldeki sevincin aynısını yaşamam lazım ki üçüncüyü de bulalım. bir anlık tereddütten sonra iki dizimin üstünde karşı kanepeye uçuyorum. hüsnü şaşkın, hüsnü gülüyor müstehzi. ben de gülüyorum hiç bir şey demeden. sanki anlıyor halden ve hiç bir şey demiyor. lakin işte o tereddüt totemi bozuyor sanki! ikinci yarıda dayanamıyor golü yiyoruz maç da 2-2 bitiyor.

totem demişken geçen sene son altı maçını izlemedim beşiktaşın. hepsini kazandı ve şampiyon oldu nihayetinde. son üç maçtır yine izlemiyorum!
ama o değil de bugün puan durumunu görünce bir kelebek etkisi bir çağrışım oldu niyeyse. geçen senenin ilk yarı sonu puan cetveli canlandı gözümde. yine zirveden bayağı uzak bir beşiktaş önünde dört-beş takım. henüz çok erken olmasına rağmen bu üç puanlık sistemde. hani neden olmasın sadık?
en azından bu ihtimali bile düşündürttüğü için en başta ben çok bağırıp istemezük diye çığırdığımız denizli'ye acaba kontrolsüz mü giriyoruz diyorum bazen. zaten bu sene de böyle olursa sergen yalçın'ın kadıköydeki pancu açılımında kalede van hojdonkla 10 kişi bizi yenene kadar bjk-fb derbisi bitmiştir dediği gibi turkcell süper lig rekabeti de biter zannımca! sadece o değil mustafa denizliye bu kadar saydırdıktan sonra bizim yazın hayatımız da... ama mahmutlar ve muratlar hiç bitmesin. futbol da elbet...


foto : sporstudyosu.com

30 Eylül 2009 Çarşamba

yönetim azalarak bitsin denizli hemen gitsin

şimdi bu mağlubiyetten sonra bilimum zehirli oklar ve yaylar başta demirören ve yönetimine yöneltilecek ama hırsızın hiç mi suçu yok! eyvallah yaklaşık beş senedir bir kabus gibi yönetim var da ey kahve ve futbol milletinin insanları az biraz edeb az biraz insaf yahu.

tamam milyon dolarları yönetim saçtı da o futbol takımının patronu neredeydi o sıra. fantezi futbol mu oynuyordu? yahu bu takımın mansız'dan beri golcüsü yok. bakın forvet demiyorum golcü yok diyorum. iki adam eksiltip drinplig yapacak yahut altıpasta kafayı çalıştırıp köşeye plaseyi çakacak. ya da misal bugün holosko'nun karşı karşıya pozisyonunda topun altına girip kepçeleyecek bir zeka nerde... bunun yerine ne var peki? kaval kemiği ile top stoplamaya çalışan nobre ve kaleci karşıya kaldığında yaradana sığınıp abanmaktan mütevellit holosko ile canı çekerse ve isterse oynamaya çalışan bobo bir de. kaldı ki zaten yetenekleri sınırlı bu adamın rocky balbao gibi form tutmasını bekleyeceğiz.

şimdi denizli güya spektaküler topçuları çok sever. daha 55 de şiştiler nihat ve tello efendiler. bir ara garibim ernst rakip yarı sahada tek başına pres yapıyordu. ayıp olmasın diye nobre geldi sonra yanına. adamların fizik gücü belli. senin takımın da. nihat ve tello çıkana kadar gezindiler sahada. hakeza yusuf. 8 e 11 hatta rüştüyü de sayarsak 7 'ye 11 oynadık.. hani nobre pres yapmasa hakem bu maç 6 ya 11 oynanmaz birader deyip hükmen mağlup ilan edecek bizi.

bu arada rüştüye uzun uzun paragraflar açıp kapamak istemiyorum. yahu böyle mi gol yenir? rahmetli vedat abimin dediği gibi posta yapsan onbeş günde gelecek yerden gol yiyorsun. hadi sörf gibi yiyorsun da böyle mi güzel gol yenir. bari hamle yapma da çirkin olsun gol! geçen hafta haftanın tribünü seçti uefa bizi bu hafta en güzel gol yiyeni seçileceğiz sayende. ikinci yediğine gol demiyorum halt diyorum zati. hakan arıkan'ı arayacağım hiç aklıma gelmezdi. tıpkı tabata-delgado ekürisi gibi.

gerisi böyle de ilerisi çok mu parlak! nihat sanki maçtan önce bi büyük devirmiş gibi yalpalaya, yaylana koşuşturuyor. topa vurmaya mecali yok. tello ise ishal gibi o koşmuyor, yürüyor. yusuf zaten suni çimi görünce beylerbeyi halı saha moduna girmiş sol çizgide kafasına göre takılıyor. e zaten golcün yok kim top getirip kim atacak. takımın dağınıklığından faydalanıp eeeh yeter be, ben açılıyorum diyen "genç ismail"in son dakika çabaları ile sergei ekrem çaktı golü. ondan evvel nesta ibrahim ispanyol golcüleri az biraz izlese şeref sayısını kendi yapacaktı o ayrı.

bi de gaf ebesi ilker yasin kuleden gördü çok hareketsiz bizimkiler.. öyle ki beyazlar giymiş hayalet gibiler adeta. ama benim bildiğim moskova soğuk olur bu vakitler adam üşümemek için hareket eder yahu. ama nerdee... dedim ya defteri kapatmışlar çoktan.. her yere fink atacak fink yok orta sahada ve garibim ernst, tello ile nihat'ı idare etmekten bitap düştü haliyle...

evet futbol sonunda almanların arada italyanların ve ispanyolların kazandığı basit bir oyundur. ama işte sn. denizli inat ediyor hayır öyle değildir çok karışıktır bakın ben hala çözemedim der gibi yap-boz yapıyor kara-kartal'dan...

hani diyor ya ömer üründül abim, galatasaray kazansaydı da eleştirecektim ben rıza'yı ve skor yorumculuğu yapmam. nasıl olacaktı bilmiyorum ama hani es kaza berabere kalsak yahut kazansaydık da aynı şeyleri yazacaktım. valla....

bizim evden açıkça görüldü ki, mustafa denizli'nin kafasında bitmiş beşiktaş, futbolcuların da beşiktaş yahut denizli. bilemiyorum ama bitse de gitsek havasında oynuyor salt çoğunluk... hani bir takım yenilse bile sahaya koyduğu mücadele ile maçı isteme arzusu ile bi umutlanırsın , bu sefer büyük hissediyorum kutuma gidicem acun bey falan dersin.. ama işte nerdee ilk beş dakikada değil kazanmak berabere bile kalamayacağımızı anladım. zaten yedide golü yedik.
ha bir de şunu anlamıyorum gs maçında da bu maçta da 0-2 olunca zaten baştan saldıkları maçı iyice bırakıyor bizim topçular. biri bunlara 99 bayern-manu şampiyonlar ligi finalini izlettirsin. ya da o kadar uzak diyarlara gitmesinler. klüp arşivinde vardır. samiyende 0-2 den çevrilen bir g.saray maçı var 91 baharında ya da 0-2den trabzonda çevrilen ve verilen maçlar. yahut atatürk olimpiyattaki 2005 milan-liverpool finalini. örnek çok yani.

neyse bunlar hep fantezi ben asıl şey için gelmiştim buraya...
uykusuz'da vedat özdemiroğlu'nun bi köşesi var. azalarak bitsin, hemen bitsin diye. bu akşamdan sonra yönetimden önce denizli ile birlikte lütfen rüştü de hemen bitsin. yusuf nobre tello bobo azalarak bitebilir nasılsa sezon kapandı. ama yönetim kalacaksa (ki bu borç harçla kimse devralmaz sanırım yönetimi) şöyle gün görmüş yerli veya yabancı takımın tek patronu olacak tecrübeli bir teknik adamla anlaşıp alım satımla ilgili tüm yetkiyi de ona verip beş senelik de sözleşme yapıp şöyle iki üç seneye taş gibi bir takım çıkartsınlar. takımın ne oynadığını ne oynamadığını bilelim, kadrosunu ezbere bilelim, her maç tırnaklarımızı yemeyelim. bir maç yiyorsak dört maç yemeyelim mesela. hoca da heyecanlı olsun ama maceracı olmasın, bilgili olsun ama tutucu olmasın, disiplinli olsun ama idareci olsun. falan filan işte...

sonuç;
yine bize hüsran bize yine hasret var...
kötü futbol : azalarak bitsin
mağlubiyetler : hemen bitsin.

best regards,


foto: milliyet.com.tr

17 Eylül 2009 Perşembe

gökhan keskin

beşiktaş'ın ve belki de türk futbolunun beckenbauer'i o.
her ne kadar beşiktaş ve milli takımın defans sigortası olarak nam salsa da ilk tecrübelerini orta sahada yaşadı. matteahus olmaya aday iken beckenbauer oldu tabiri caizse.

85-86 sezonunun final maçında trabzonspor'a attığı bir nevi şampiyonluk golü ve ispanya'da a.bilbao kalecisi zubizaretta'yı otuzbeş metreden avladığı golleri ile de ayrı bir namı vardır. lakin benim aklımda ise hep şu meşhur d.kiev maçına giden yolda karşılaşılan dinamo tiran maçındaki
bazukaları kalmıştır. tiran kalecisi gökhan'ın bazukalarını çıkarmak için öyle bir yorulmuştu ki ziya ve rıza'ya teslim olmak zorunda kalmıştı.

1988 temmuzunda samet aybaba'nın jübilesindeki f.bahçe maçında rıza çalımbay kaptanlık bandını gökhan keskin'de libero mevkiini ilk kez deniyordu! 2-1 kazanılan o maçta görevini layıkı ile yerine getiren gökhan bu mevkideki performansı ile ilerde milli takıma kadar yükselmiştir.

gökhan ile aklımda yer eden bir diğer husus da ; özellikle üç sene üst üste şampiyonluğun geldiği yıllarda takımın diğer esas abileri metin-feyyaz- rıza- recep ve şifo mehmet ile birlikte transfer altılısını oluşturmaları idi.

fakat takımdan ayrılması dışındaki en üzücü anısı ise, fenerbahçeye karşı yaklaşık beş yıldır süren yenilmezlik ünvanımızın son bulmasına neden olan hatanın başlangıcı olmasaydı! 1-1 giden maçın son dakikalarında kapalı önündeki taç çizgisinde "gurur" yahut aşırı güven yapmayıp topu eveleyip gevelemeden direk taça atmış olsa fenerbahçe biraz daha beklemek zorunda kalabilir hatta milne'nin gidişi sezon sonunu bulabilirdi. zira o maçtan sonra giden sadece ünvan değil takım da milne de dağılmıştı. perulu francesco'nun transfer söylentilerine üst üste gelen başarısız sonuçlar da eklenince gordon milne hem devreyi hem de beşiktaş serüvenini kapatmak zorunda kalıyordu.

beşiktaş'tan sonra ilginçtir (88-93) altın yılların pek çok futbolcusu gibi dramatik bir şekilde kulüple bağları koparılmıştır. ve yamulmuyorsam o sezon türkiye'nin galacticos'unu oluşturma hevesindeki cem uzan'ın istanbulspor'una gitmişti. sonra da önce aykut sonra da rıza ile teknik adamlık kariyerine girdiğini görmüştük. son tahlilde şimdilerde ne yapar ne eder bilemem lakin şunu iyi bilirim izlemesi keyifli futbolculardandı..

16 Eylül 2009 Çarşamba

yenildik lakin ezilmedik!



uzun zaman oldu bir maç üzerine yazmayalı. yine tekniğe taktiğe fazla girmeden dün geceden aklımda kalanlar...

* manu güle oynaya kasmadan, üzmeden istediğini aldı, gitti.

*tamam manu manu da bizim niye scholes gibi 70 metreye elle atar gibi top atan orta sahamız, nani ve valencia gibi parkta gezer gibi adam geçen, owen tarzı golcümüz yok. yanlış anlaşılmasın aynıları olmasın saydıklarımın yüzde 70 kapasitelisi olsun yeter.

*dün akşam görüldü ki takımın avrupa çapı çok çok küçük. vasat bir avrupa takımına koyabileceğimizi iki topçumuz var. ferrari ve ernst.. başka göremedim ben. onlar da iyi birer rotasyon topçusu olur.

* yusuf şimşek tamam solda alakasız yerde oynatıldı da. bu kadar mı alakasız, ruhsuz top oynanır. bizim halı saha takımında bile böyle topçu yok artık.

* beşiktaş'ın hasbelkader forveti çok ama bir tane golcüsü yok maalesef! diziyle top stop etmeye çalışıp, adam geçemeyen bir golcü adayı var sadece. ha allah için çok çalışıyor çocuk o ayrı!

*tabata sanki delgado'yu aratacak gibi. yazık.

* ibrahim kaş bulunmaz hint kumaşı olabilir mi?

* ama bak çok iyi mücadele ettik, rüzgar ters esmeseydi, serdar kaleyi bulabilseydi bi de ninemin sakalı olsaydı olacaktı bu iş.

*son tahlilde önceki seneyi çifte kupayla kapatmış bir takımı milyon dolarlar harcayarak bu kadar işlevsiz hale ben bile getiremezdim. emeği geçenlere helal olsun!

28 Temmuz 2009 Salı

kelebek etkisi


önceki akşam lyon-beşiktaş maçını izliyorum. bir ara çanak antene kuş mu kondu yoksa rüzgar mı salladı ne oldu bilmiyorum renkler görüntü falan hep karıştı. ama bir kaç saniye fazla değil. o an nerden estiyse eskiden takımların hava güzel olsa dahi (daha çok uğur olsun diye) devam eden maçın ikinci yarısına forma değiştirerek çıkmaları geldi aklıma.. gerçi faal futbola bayağı ara verdim bu aralar ama son yıllarda hiç rastlamadım ben uygulamaya... yasaklandı sanırım. bilmiyorum. ve yine nedense bu değiştirme işlemini en çok yapan takım olarak da g.saray aklımda kalmış. sonra yine g.saray'ın şimdi kullanmadıkları bir beşiktaşlı olarak benim hoşuma giden parçalı formaları geldi hatırıma. sanki göztepe'yi daha çok gördüm bu forma ile. uğruna şarkılar yazılan bizim çubuklu formaya açıkçası gıcıktım ben eskiden. o zaman futbolcu isimleri de yoktu ama numara hastasıydım, çubuklu formadaki kırmızı numaraları okumak yeni açıktan hayli zordu. düz beyaz formaları severdim o yüzden. en çok da beyaz forma siyah şort.... hala da öyle ya... ama 2003 nostaljilerini de sevmiştim çok. kapkara öyle. kara demişken inönü'de seksenlerdeyiz sanırım. bursaspor'la oynuyoruz. ilk yarı 1-0 öndeyiz yanılmıyorsam kaleci rasim kara'nın penaltı gölüyle. hakem de sadık deda. caart bi penaltı daha.. rasim geliyor yine topun başına. bursa kalesinde bir zamanın vazgeçilmezi o kısa boylu eser değil de başka biri var.. malik diyesim geliyor. ama o da adana kalecisiydi sanırım. neyse rasim sol ayağına yaslanarak geliyor ve vuruyor kalecinin soluna yerden.. yemiyor tabi bu sefer kaleci. top elinde kontraya çıkaracak takımını. işte o ara bizim rasim kara'nın rocky balbao'yu andırır şekilde koşuşunu hiç unutmam.. hala aklımda. gol yemedik o akında. ama maçın son dakikasındaki temdit penaltısını da atmadı kara. necdet'e bıraktı topu. o da rakip kaleciye... inönü'de unutamadığım koşulardan birinin kahramanı da sarı fırtına elbet. inönü'nün kale sahası önleri gibi orta sahası da bostan tarlası gibi o vakit. yeni açık tarafındaki kapalı çaprazına atılan serseri topa işte o toprak yuvarlaktan bir fırladı ki sarı fırtına saçlarını savura savura tutabilene aşk olsun. tem'de mercedeslere bmwlere nal toplatan massarati gibi ama yok safkan ingiliz tayı gibi boy boy fark atarak geçti izmir'in siyah beyazlılarını. akın gol kaydına muvaffak olamadan sona erdi. lakin o depar görülmeye değerdi. görülmeye değer demişken yaşlı inönü'de göüzümün önünde cerayan eden ve kimi görüşe göre futbolun meyvesi kimilerine göre orgazmı bana göre temaşası gollerden söz etmesek olmaz. en fantastik, en orjinal en cafcaflı olanı ve şimdilerde olsa üstüne haftalarca tartışma programı yapılacak metin tekin'in ordusporlu hüsnü'nün tek elinde tuttuğu topa kafa süsmesi sonucu oluışan karambolde kovaçeviç'in attığı gol gelir. lakin en manzaralı en afili gol denirse şenol fidan'ın deniz tarafındaki trabzonlu şevki'nin kalesine 30 metreden savurduğu plase. dakika 87.dir ve maç sıfır sıfırdır.. hem afili hem etkili..... böyle uzaktan golleri sağolsun bizim kalecilerde yerdi kimseye sormadan. en güzel yergiyi de yine en güzel spor adamı VEDAT OKYAR yapardı işte o zamanlar. "canım kardeşim mektup yazsan onbeş günde gelecek yerden gol yiyorsun" derdi. toprağı bol olsun.

31 Mayıs 2009 Pazar

tebrikler şampiyona özürler büyük mustafa'ya


inanmamıştık daha geldiğinde. 26.haftaya bakın dediğinde. süre azalıp üst üste puan kayıpları yaşandığında. o inandı ve başardı. özür dileyip tebrik etmekten başka yapacak en iyi şey şampiyonluğun tadını çıkarmak sanırım. büyük mustafa ve ekibini ertuğrul sağlam'ı da unutmadan tebrik ediyorum... kutlu olsun...

28 Nisan 2009 Salı

beşiktaş-f.bahçe 20 mayıs 1985


"deli"nin kahvesindeyiz yine. deli, ben ve deli'nin oğlu hepi topu üç beşiktaşlı. ama galibiyete inancımız tam. kalan izleyicilerin yarısı f.bahçeli diğer yarısı beşiktaş sempatizanı g.saraylı. gündüz oynanıyor elbet maç inönü'nün yer yer çim özürlü zemininde. şimdi yıkılıp yenisinin inşa edilme hesapları yapılan inönü'nün orta yuvarlak ve kale sahası önündeki çim tutmayan eski hali bile özleniyor. şimdilerde geyik muhabbetine dönen seyirci sayıları da yarı yarıya idi evet. ve tıklım tıklım olduğunu söylemeye gerek yok bu şampiyonluk maçının...

yalnız ikibindokuzun iddiasız f.bahçesi o gün averaj üstünlüğünü de alarak gelmişti inönüye. beraberlik işlerine geliyordu yani. beşiktaş'ı ise galibiyetten ötesi kurtarmıyordu her iki takımın son iki maçlarını kazanacağı düşünülerekten....

klasik formalarla çıktı her iki takımda sahaya. rıza ve sarı fırtına metin'in sürüklediği ataklarla üstün başlasa da karakartal oyuna müjdat'ın eski f.bahçeli adem'i cezasahası dışından avlamasıyla yenik duruma düşüyordu bir anda. ama yılmadı kartallar. atak üstüne atakları ile nam-ı diğer kova yaşar'ı hata yapmaya zorladı. ve elindeki topu mirsad kovaçeviç'in kafasına düşürmekte gecikmedi yaşar! böylece ilk yarı bitmeden beraberliği yakaladı beşiktaş.

ikinci yarı beraberliğin avantajını kullanmak isteyen f.bahçe'ye karşı yüklendikçe yüklendi beşiktaş.. ve kaptan necdet'in golü de gecikmedi netekim. 2-1

avantaj beşiktaş'taydı bu sefer ama skor garanti değildi. f.bahçe beraberliği kovalarken beşiktaş skoru perçinlemenin peşindeydi. ve o perçin için geldi de şans. ceza sahasının sol tarafından içeri girdiğinde şekerbegoviç yaşar'la arasında sadece meşin yuvarlak vardı. tek yapması gereken topu iki direğin arasından yaşar'a rağmen filelerle buluşturmaktı. ama o acele edip yaşar'ın ayaklarına nişanlayınca topu ben bir adet gözlükten kara kartal şampiyonluktan olacaktı, son dakikalarda gelen ilyas tüfekçi 'nin beraberlik golüyle...

nasıl bir tesadüftür ki bugünlerde beşiktaş'a diş bileyen "kardeş takımlar" bursaspor ve ankaragücü'nü üçer golle geçmesine rağmen f.bahçe'de kalan iki maçını kazanınca 84-85 sezonununu averajla şampiyon tamamlıyordu...

karakartalın bir sene gecikmeli tesellisi ise averajla şampiyonluğun nasıl bir duygu olduğunu ligi namağlup bitiren g.saray'ın önünde tadıyor olmasıydı...

26 Nisan 2009 Pazar

süleyman oktay

1977-1984 yılları arasında beşiktaş forması giymiş sessiz, sakin görev adamlarından birisidir.
en dikkat çekici ozelligi tabi ki sapsarı sacları ile koemanvari sert şutlarıydı. evet koeman sarı süleymandan sonra çıktı futbol piyasasına ama sert şutlarını anlatmak için başka isim bulamadım. o derece sert yani.
ankaragüclü "bonhof nazmi" vardı bir de o dönemler hatırladığım, böyle "manyak" sert şutlar atan. bir bizim süleyman bir de nazmi yani.

beşiktaş da futbola orta sahada başlayan süleyman sonraları defansın sağına oradan da saha dışına alınmıştı ne yazık ki sessiz sedasız.
pek çok besiktaş futbolcusu gibi onunla da ilgili bir iki kayıt var elbet her geçen gün eskiyen bu yaşlı dimağda.
misal bunlardan biri malum övdüğümüz sert şutuyla adanaspor'a attıgı frikik golüydü.. hatta yamulmuyorsam ilk vuruşu gol olmuş fakat hakem atışı tekrarlatınca ikinci vuruşu yine gol yapmıştı. (lakin tam emin değilim bu çifte golden daha yetkili ve etkili dimağlar teyit ederse sevinirim) ve bu yazdığıma ben de inanamıyorum ama. gerçek, sevgili okuyucu. radyodan hatta orhan ayhan'dan dinledim bu golleri ilkin.. ve ali samiyen'di stat. evet....

anıların bir diğeri ve daha haşmetlisi ise (bugün olsa jeneriklere girerdi hic kuşkusuz) 1-1 lik bir istanbul derbisinde g.saraylı haydar erdoğan'a neredeyse orta sahadan attığı goldü.

böyle de bir futbolcu vardı işte tarihte... futbol nostaljiklerinin unutamayacağı...
şimdi nerde ne yapar hayatta mıdır bilmem ama dimağda güzel izler bırakan bir futbol emekçisiydi o da...

20 Şubat 2009 Cuma

ismail taviş


beşiktaşlı eski futbolcu. nam-ı diğer komando ismail.

1987-88 sezonunda bir zamanların futbolcu fabrikası boluspor'dan tüm yeni transferler gibi büyük umutlarla transfer edilmişti. ama ne yazık ki istenilen performansı gösterememiştir 2 kez a milli 4 kez de olimpik milli olan bu futbolcumuz.

ismail’in şansızlığı kadro açısından her şeyin iyi hoş oldugu 1.milne döneminin ( tr liginde ilk iki sene ikinci olduğu dönem yani) beşiktaş'ında bir sağ beki bir de sol açık sorununun yaşanmasıydı. o dönemde de yakın dönemdeki gibi sağ bek-stoper hovardalığına (mustafa doğan-ali güneş-ali tandoğan-emre aşık-çağdaş atan vb.) benzer biçimde daha gordon milne gelmeden ulvi-samet gibi stoper-liberolar varken çeşit olsun diye bünyamin ve ismail de alınmıştı. asıl mevki stoper olmasına rağmen yokluktan! o sene hüsamettin, bünyamin, turanla birlikte sağ bekte denenmiş tıpkı digerleri gibi pek başarılı olamamıştı. sakatlık ve cezalar nedeniyle ulvi-samet ikilisinden fırsat bulduğu göbekte de kendini gösteremeyip eriyip gitmiştir ki... pek çok nostaljik şahsiyet gibi o'nun da unutamadığımız bir anısı mevcuttur dimağda.

15/05/1988 tarihinde inönüdeki kocaelispor maçında halilagiç-fevzi ikilisini aratmayacak şekilde 1-0 önde götürülen maçın artısı olmayan 90.dakikasinda gereksiz ve bir o kadar dikkatsizce verdigi geri pasını zamanin meşhur forvetlerinden "kasap buschman" yakalayıp ismi pek lazım olmayan file bekçisinin altından ağlara gönderdiğinde tribündekiler gibi evde babamla ben de olduğumuz yere çivilenirken şampiyonluk yarışındaki ezeli rakibimiz g.sarayin mümtaz ferdi eniştem koltuktan 3 adım öteye fırlamıştır bu golle.... babamla benim aynı anda “noluyoz lan bakışlarına” hedef olan enişte sarıya çalan kırmızı bir surat ama içi gülen gözlerle koltuktaki yerini almıştır hemen akabinde. lakin giden gitmiştir.

taviş'e gelince pek şans bulamadığı kadroda ertesi sene sözleşmesinin dolmasını bekledikten sonra başka bir siyah-beyaz sevdaya yelken açmış, aydın yollarına düşmüştür…
sonrasında da teknik direktörlük camiasına yazılmıştır.

foto : bolugundem.com

13 Şubat 2009 Cuma

yirmidört tv de 24 saniye ve labbadia

elimde kumanda, zap yaparken futbol maçı veren kanalda durdum eskiden kalma alışkanlıkla! almanya'nın sivasspor'u konumundaki hoffenheim'i duymuş takdir etmiştim. sempatimi kazanmışlardı benim de. sağ üst köşedeki 1-2 lik skora üzülsem de aynı anda serbest atış kullanan ve de çok güzel kulanan leverkusen'li barnetta ve arkadaşlarının bu şahane organizasyonunun golle sonuçlanmasını istedim yalan yok. istediğim oldu da. ama sonra yine üzüldüm. tam o sırada labbadia'yı telaffuz etti spiker. yıllar öncesine gittim. o zamanki inter star yahut magic box'ın sabri ugan veya öztürk pekin'inin eski k'lautern'li yeni bayern'li labbadia'nın demecini anons edişi hala kulaklarımda. bugün k'lautern ceza sahasında yangın var... dediği gibi de oldu tam anlamıyle cirit attı labbadia eski takım ceza sahasında ve yanılmıyorsam yine o'nun golüyle 1-0 galip gelmişlerdi o gün. bayern'i sevmem açıkçası ama bu ele avuca sığmaz , heyecanlı golcüyü sevmiştim. bir paolo rossi, bir roberto baggio, bir schilacci yerinde duramazlığı vardı sanki.
öyle.

10 Şubat 2009 Salı

01 haziran 1986 trabzonspor-beşiktaş


1985-86 sezonunun son, beşiktaş ın da şampiyonluk maçı olarak tarihe geçmiş müsabakadır.
o sezon namağlup g.saray ile 54 er puanla nefes nefese ve de + 7 averaj üstünlüğü ile son haftaya giren beşiktaş için çok kolay geçmeyen, liglerimizin vasat kalecisi zafer öğer in devleştiği müsabakadır aynı zamanda bu karşılaşma.

kara kartallar bu maçı kazandığı takdirde inönü’deki sarıyer – g.saray maçının sonucu bir anlam ifade etmeyecekti. netekim öyle de oldu. sarıyer e gerekli olan 8 golü atamayınca trabzonspor'u avni aker'de 1-0 mağlup eden beşiktaş mutlu sona ulaşıyordu. mağlup ediyordu etmesine ama siz onu bir de bize sorun!!!

maça hızlı başlayan branko stankoviç' in talebeleri kendilerine şampiyonluğu getirecek ama sonrasında tv başında bizler gibi kendilerine “dokuz doğurtacak” golü 16.dakikada kaleci ihsan’dan seken topa düzgün vuran gökhan keskin' in sol ayağından kazandılar.

bu dakikadan sonra maç tam bir heyecan fırtınası , trabzonspor ise karadeniz fırtınası olmuştu. her ne kadar bir takım teşviki mesaiden söz edilse de daha sonraları müthiş bir mücadele ortaya koyan hami mandıralı kumandasındaki bordo mavili topçular beşiktaş kalesini adeta top atışına tutmuş lakin hayatının maçını oynayan zafer öğer'i geçememişlerdi.

hakemin bitiş düdüğü ile biz evde horon teperken , futbolcularımız avni aker de ali gültiken in sevinç gözyaşları ve de çok sonraları hep hırçın, olay çıkaran seyirci profili olarak gündeme gelecek centilmen trabzonspor seyircisinin alkışları eşliğinde çoktan şeref turuna çıkmıştı. mutlu, umutlu, kıvaç dolu bir gündü anlayacağınız…

ha bu arada ve de ayrıcana beşiktaş 'ın dünya kupasını türkiye şampiyonu olarak 2.kez izleme fırsatına eriştiği maç olmuştur bu karşılaşma. önceki ve sonrakileri hatırlamak gerekirse (bkz: 1982 ispanya dünya kupası) (bkz: 1990 italya dünya kupası)

maalesef 90 dan sonra dört defa defa daha şampiyon olsa da dört sene de bir yapılan 1994 abd, 1998 fransa, 2002 kore-japonya'yı es geçen karakartalımız'ın sırtındaki kamburdan bir an önce kurtulup 2010 g.afrika'da bizi güldüreceğini umut ediyoruz.

9 Şubat 2009 Pazartesi

var mısın yok musun hocam



trt 1 dün akşam konya maçı kritiğinin küçük bir kuplesini verdi mustafa hoca'nın.
görünen tablo iyi değil ama değişmez de değil.

bir kaç ay öncesine dönelim. ukrayna dolayları. takım 4-1 mağlup uefa'ya mendil sallamış. ertuğrul sağlam; hayat devam ediyor demişti. hayat devam etmişti lakin sağlam'ın beşiktaş mesaisi devam etmemişti bu sonuç ve özellikle beyanattan sonra.

düne dönelim tekrar. hocam kalan kırmızılarla (ts-fb-gs) sahasında olan maçlarına ve seyirciye güveniyor belli ki. ama mavileri unutuyor!
2000-2001 de fb'nin başındayken yanılmıyorsam kadıköyde hiç yenilmemiş hatta neredeyse tüm maçlarını kazanmıştı. yine yanlış hatırlamıyorsam deplasmanları bugünkü gibi kötüydü sarı-laciverlilerde. ama bu kadar da kötü değildi.

hocanın; devreyi liderin beş puan gerisinde kapatalım gerisi kolay tadındaki beyanatı duyunca daha o zaman işkillenmiş ve burada da dillendirmiştim zaten. lakin yine de yüzde ellibir felsefesi "nöşetel, monaco hatta bremen faciası" hatrına hıncal uluç'a da selam durarak acaba şapkadan tavşan çıkar mı diye gizliden de ümit etmedim değil hani.

ama dünkü futbol ve sonundaki açıklamadan sonra bence sayın denizli yıldırım beye teşekkür edip izmir büyükşehir belediyesine adaylığını koymalı!

2 Şubat 2009 Pazartesi

son dakika transferleri ile nostalji


şimdi durduk yerde nerden esti. elbet ernst'den ve devre arası da olsa yine beşiktaş'ın son dakika transferinden. fakat bu transferin aşağıdakilerden belirgin farkı forvet olmaması. zaten amaç bağcı dövmek değil üzüm yemek bize anımsattıklarını karalamak. ailton gelmek üzereyken yazmıştım sanırım verkaç'ta. ernst gelince yeniden anımsayalım istedim.
haydi buyrun....

* * *

yaklaşık 20 yıldır gözlemlediğim ilginç bir alışkanlık var beşiktaş’ta.. devamlı olarak verginin son günü ödeme yapmayı alışkanlık haline getiren yurdum insanı gibi neredeyse her yaz kamp dönemine daha da olmadı sezon açılışına ille de bir yabancı futbolcu özellikle de bir forvet yetiştirme telaşı hakim oluyor camiada. bakalım kimler gelmiş kimler geçmiş bu süre zarfında....

1986-1987 : ilk hatırladığım sırp asıllı bir futbolcuydu. rade paprica diye bir adam…miloş militanoviç döneminde bir anda kadroda görmüştüm. ne zaman alındı ne zaman kadroya girdi anlayamadım. hoş o sezon kadronun pek gediklisi olamasa da bende unutamadığım bir anı bırakmıştı yine de.. f.Bahce Stadı’nda rıza`nın penaltı kaçırdığı a.gücü maçında ikinci yarının sonlarına doğru oyuna girer girmez ve de ilk topla buluşmasında ceza yayının üzerinden sağ ayağı ile öyle bir vole vurdu ki…. o zamanın tabiriyle şapka çıkartmamak mümkün değil. çıkarttık da zaten. öyle ki o gol hala gözümün önünde… sonraki sene yunanistan`a gitti. gol kralı oldu falan dediler ama dogrusu inanamadim…

1987-1988 : yine FB stadı, yine maratondayız.. yurtdışı kampı bitmiş , şenol güneş`in jubilesindeyiz. zoran ivsiç diye bir adam deneniyor bu maçta. aslında moda tabirle kumaşı hiç de fena değil . hareketli, nerde durması gerektiğini bilen teknik bir futbolcu. ama maalesef bizimkiler pek pas atmıyor kendisine. bir sakatlık pozisyonunda neden gördüğünü anlayamadığımız şekilde 2.sarıdan alkışlarla soyunma odasına gitti.!!! üstüne üstlük transfere gerek yok ben varım dercesine feyyaz da o gün 3 gol atinca transferi yatmıştı…

1988-1989 : yine son dakikada milne döneminin Walsh ile birlikte en başarılı, en faydalı transferi olan ve adına şarkılar bestelenen “haydi ferdi, tam zamanı şimdi” yani leslie ferdinand geldi… lakin ilk çıktığı a.gücü maçında adeta “dökülmüş” ve sanıyorum o gün maçı anlatan ercan taner hafifte alaycı (ya da olumsuz diyelim) bir ifade ile “ kuiinsss park rencırss" dan transfer edilen ferdinand çıkıyor yerine y.salihli`den alınan halim giriyor” derken halim’in iki gol birden atarak takımı mağlubiyetten galibiyete taşıyacağını o’da bizler gibi tahmin etmiyordu herhalde. ferdinand ise o zamanki yakıştırmalarla geç açılan ingiliz tayı gibi daha sonraki haftalarda takıma uyum sağlayıp klasını sergileyecekti. özellikle de türkiye kupası finalinde “FB defansını çarşıya gönderdim” dediği ve schumacher’e attığı muhteşem gol hala hafızalarda..

1989-1990 : inönü`deki sezon açılşına yetiştirilen iki İngiliz ve bir İskoç.. alan walsh, rob mcdonald ve ian wilson. mcdonald 15 dakikalık dortmund maçı oynayarak , wilson da meşhur Veselinoviç’in gönlünden beş geçtiği 5-1’lik F.Bahçe maçının açılışına imza attığı tek gol ve de tek sezonla veda ederken walsh süleyman seba’nın asker arkadaşı yakıştırmalarına nail olsa da yaptığı asistlerle metin-ali-feyyaz’ın MAF timi olup adlarına şarkılar düzenlemesinde başrol oynayan oyuncu idi kanımca.

1990-1992 : MAF’ lı yani metin-ali-feyyaz’lı aynı zamanda forvet ithalatının durdugu dönemler… e olmasin da artik…bu dönemde ligde atılan 198 golün büyük çoğunluğunda bu üçlünün imzası var.

1992-1993 : fani madida.. milne ile forvet daum ile sağ açık/bek oynayan sempatik güney afrikalı. üç sezon kaldığı takımda faydalı işler yaptı. sonra da bursa şehir girişinden u dönüşle antalya’nın yolunu tuttu.

1993-1994 : osvaldo deio nartallo. ilginç arjantili.. ne zaman ne yapacağı belli olmazdı. bir bakarsanız en basit golü kaçırır bir bakarsınız en zorunu başarır. kempes timsali saçları en çok dikkat çeken uzvuydu. 1-0 kaybedilen bir GS maçında kaçırdığı daha dogrusu ıskaladığı bir kafa golünden sonra yöneticiler zavallının saçına takmış o maçtan sonra saçını at kuyruk yapıp oynamaya başlamıştı! beşiktaş’tan sonra bir sene de petrol ofisinde oynayıp yurdu terketmişti.

1994-1995 : eyjölfur sverrisson. daha cok forvet arkası oynadı bu izlandalı. güçlü fizigi vardı ama çok ağırdı. enteresan golleri vardı. ilerleyen yaşına rağmen Almanya`da oynamayi basardı, hertha berlin’de futbolu bıraktı..

1995-1996 : stefan kuntz… ne söylenebilir ki.. belki de bugüne kadar oynayan en istikrarlı yabancı forvetti. sevmistim kendisini… zaten burada sayılan isimlerin çoğu gibi son dakika transferi olmamasına rağmen listeye dahil etmem de o yüzden. aumann ile birlikte yukardaki belirttiğimiz Mart-Nisan transferlerindendi. kaiserslautern taraftarlarının muhteşem bir şekilde uğurlamasıyla beşiktaş’a gelen alman fubolcuyu ne yazık ki sadece bir sene izleyebildik. biraz da euro-96 başarısınında etkisi ile ayrıldı klüpten…

1996-1997 : daniel amokachi... belki çoğu futbolsever bir FB maçına helikopterle yetistirilmesini hatırlıyor. ben ise İnönü`de orta sahada kapalının önünden aldığı topu yaklaşık 40 metre sürdükten sonra Trabzonspor filelerine bıraktığı golü. renkli bir futbolcuydu netekim.

1998-1999 : christopher ohen…john benjamin toschak’ın hediyesi olan niyerjalı. Durarak oynuyordu ama çerceveyi iyi buluyordu…yine de sıradandı..

2000-2001 : oliver pascal nouma…. 21 numaralı formasıyla.. fazla sözle gerek yok sanırım beşiktaş tarihinin en çok sevilen ama en sansasyonel yabancısı hakkında…

2001-200 : arild stavrum…sosyoloji ögrencisiydi galiba. bir de sağ ayak içini iyi kullanırdı…

2002-2003 : daniel gabriel pancu… mircea lucescu’nun beşiktaş’a kazandırdığı çok yönlü rumen. ne var ki geldiği ilk sene dışında son iki sene saman alevini oynadı takımda. ha extrem bir topçuydu o ayrı.

2003-2004 : lucescu’nun inadının tutup bir türlü almadığı ve belkide CL de en azından çeyrek finale mal olan “olmayan” yabancı forvet.

2004-2005 : john alieu carew…rüzgar gibi geçti.. ne biz bir şey anladık sanırım ne de o anlamıştır… iki f.bahçe ve bir a.bilbao maçı dışında bende fazla bir iz bırakmadı…

* * *

2005 - 2006 : bu yazıdan sonra ailton alındı. enteresandır yine schalke'den... lakin bremen'de altın schalke'de gümüş yılını yaşayan brezilyalı istanbul'da yarışı tamamlayamadan yurttan ayrılmak zorunda kaldı.

fotoğraflar : bjk.com.tr

1 Şubat 2009 Pazar

şifo mehmet

topraktır hatta toprağın hasıdır. lakin ona olan sevgimiz hemşehrilikten öte, öncesinde efendi kişiliği sonrasında beşiktaşlı kimliği yüzündendir.

ilk olarak samet aybaba'nın jübilesi için oynanan 31 temmuz 1988 tarihindeki besiktas fenerbahce macında çekti dikkatimizi göze hoş gelen hareketleri ve futbolu ile. gordon milne'nin ve şifo mehmet'in ilk f.bahçe maçı oldugu gibi gökhan keskin'in ilk kez libero oynadığı, rıza çalınbay'ın ise ilk kez kaptan oldugu maç olmuştur aynı zamanda bu maç.

elbetteki benimde unutamadığım pek çok spektaküler hareketi, asisti ve golleri vardı. hiç unutamadığım ise; 91-92 sezonu inönüde f.bahçe ile oynuyoruz. 3 puana ihtiyacımız var ama maç 0-0. dakika da 87. klasik tabirle maçın böyle biteceğini sandığımız anlar. orta saha civarında topla buluşup kendine has çalımları ile üç dört f.bahçeliyi geçerek ceza sahasının sol kösesine yakın yerden yayın üzerinde bekleyen bergamalı zeki'ye uzatır topu. o da allah ne verdiyse hafif sağ dışla önce kale direğine sonra filelere... eski beşiktaşlı engin ipekoğlu bir kez daha yıkılmıştır eski takım arkadaşları tarafından. 90 dünya kupası brezilya-arjantin çeyrek finalinde maradona'nın caninga'ya attırdığı golün yapılışının değil ama hazırlanışının aynı olduğu karbon bir goldür aynı zamanda bu gol. dikkatli ve benim gibi fil hafızalı futbolseverler hatırlayacaktır eminim.

yine aynı sezonun ilk ve 2-2 biten maçında kadıköyde son dakikada attığı bir gol var ki , çizgiyi geçti mi geçmedi tartışmaları bir kaç sene önce semih yuvakuran'ın telegolde itiraf etmesiyle son buldu. aslında beşiktaşlılar ve hakem için o tarihte bitmişti tartışma. ama semih fair play ödülü alma yürekliliğini o zaman gösterememişti!

bir de federasyon kupası finalinde samiyende g.saray'a attığı rövesata golü gibi ajax'a attığı gol ile ertuğrul sağlam'ın kepçelediği topu rüştü sağ eli havada seyrederken kafayla attığı gol maraton vs. programlarda jenerikleri süslemiştir uzunca bir süre.

üç sene üst üste yaşanılan şampiyonluklarda MAF kadar onun da payı büyüktür. öyle ki bir aralar oluşan son dakikacı beşiktas lakabının başlıca müsebbibidir kendisi.

malumunuz malatyaspor, milli takım antrenörlüğü, derken şimdi antalyaspor teknik direktörü. ve şu dakikalarda yine inönüde ama bu sefer rakip takım teknik direktörü olarak.

yolun ve bahtın açık olsun küçük dev adam.

foto : internetspor.com