30 Kasım 2008 Pazar

cevdet şekerbegoviç


1983-85 yılları arasında beşiktaş'ta forma giymiş boşnak futbolcu.

daha çok samiyende ve yine daha çok prekazi ve hagi den görmeye alışık oldugumuz, ceza sahasına doğru sağ taraftan içeri katedip sol ayağı ile doksandaki örümcek ağını alma işlemini yine samiyende bir gs maçında bu adamdan gördüm ilk kez.. evet evet cenk koray'ın tele pazarında 10 ar dakikalık canlı yayınındaydı. kalede efsane simovic vardı... 3-1 yenilmiştik ama ne goldü!!!

ha birde 84-85 sezonunun final sayılabilecek beşiktaş-fb maçında ikinci yarının ortalarında beşiktaş 2-1 galipken bire bir pozisyonda topu "kova yaşar" ın ayaklarına nişanlaması beşiktaş'ı şampiyonluktan beni de bir gözlükten etmişti.
öyle.

foto : bjk.com.tr

25 Kasım 2008 Salı

12.adam



derbi üstü nostalji - (fb: bjk - 6 ocak 1990)

malum haftasonu kadıköyde derbi var. umarız kalitesi kallavi, sapına kadar bir derby olur. iyi oynayan, hakeden kazanır. ve yine umarız ki iyi oynayan beşiktaş olur. tıpkı onsekiz ocak önce olduğu gibi. bundan kelli derbinin hatırına hafızametreyi onsekizyıl geriye sardık. bakalım neler olmuş tarihte o gün.

güneşli ama soğuk bir ocak günü. kale arkalarında beyaz kar birikintilerini hatırlıyorum. yanılıyor da olabilirim. ama güzel bir futbol günüydü. derbi günüydü. yine bu cumartesi olacağı gibi f.bahçe ve beşiktaş zirvede sağlam durmak adına f.bahçe stadının çimlerine çıkmışlardı.

ev sahibinin “kumarbaz” teknik direktörü yugoslav veselinoviç o gün için gönlünde beş yattığını duyururken ajanslara kartal’ın türkçe konuşmamakta ısrar eden ingiliz hocası gordon, her zaman ki temkinliğinde “veri difikılt meç” diyordu.

lakin temkinli olan maça hızlı başlıyordu. beşiktaş’ın iskoç’u ian wilson türkiye’deki ve dahi beşiktaş’taki tek golünü henüz beşinci dakika dolmadan kel kafasıyla gönderiyordu nurettin'in koruduğu f.bahçe ağlarına. kanarya şaşkınlığı çabuk atlatıp oğuz çetin’le 1-1 yapsa da metin-ali-feyyaz’ı durdurmakla güçlük çekecekti ilerleyen dakikalarda. nitekim ilk yarıyı ali gültiken golüyle önde kapatan karakartal olmuştu.

ikinci yarının başında ali takımını ve tribünleri rahatlatan adam olurken metin galibiyeti perçinliyor feyyaz’da dennis bergkamp’a ilham olacak, jeneriklik şık golünü atıyor ve tarihi galibiyetin mimarlarından biri oluyordu. 1-5

bu galibiyetin lig tarihinde iki takım arasındaki en farklı galibiyet olma özelliğini hala koruması, veselinoviç'in gönlümden beş geçiyor demesi ve sonrasında takımının beş gol yemesi, bu "kompozisyonun" da beşiktaşlı taraftarların pankartlarına konu olması derbiyi unutulmazlar arasına dahil etmek için yetmiş hatta artmıştır bile.


foto : beşiktaş tarihi-YKY

24 Kasım 2008 Pazartesi

yavaş ama etkili : alan walsh


benim gibi koşmayı pek sevmeyen ama görev aldığı 2 sene zarfında beşiktaşlıların sevdiği sarışın ingiliz futbolcu. istikrarlı bir adamdı, pek koşamazdı ama bu açığını attığı 45-50 metrelik çapraz ve de adrese teslim ortaları ile kapatırdı.

yine de sanıyorum bir trabzon maçıydı ve aslında koşmasa kimsenin kızmayacağı bir topta kendini kasarak aut çizgisi üzerinden röveşatavari bir ortayla ali gültiken' e attırdığı süper bir gol vardı. belli ki şu asker arkadaşı laflarına gurur yapmıştı adamcağız!

beşiktaş ın ve gordon milne nin meşhur son dakika transferlerindendir. o zamanlar ingiltere 3.ligi takımlarından olan bristol city'den gelmiştir. 89-90 sezonunun açılış törenine yetiştirilmişti ian wilson ve mc donald ile beraber...

ilginçtir o gün sezon açılışına gelen bu üçlüden oyunu en çok dikkati çeken ian wilson , sözleşmesinin sonuna kadar kalan ise walsh olmuştu.

5.hafta civarında önce mc donald gitmiş o sezonun sonunda da beşiktaş tarihindeki tek golünü f.bahçeye atan ian wilson gitmişti.

walsh ise bir sene daha kalarak beşiktaş'ın ikinci şampiyonluğunda da pay sahibi olmak istemiş ve bunu başarmıştı.

neler demedik ki adama dede diyorduk, amca diyorduk azcık koşsan n'olur diyorduk yeni açığın numaralıya yakın diliminden. ama o topu koşturmayı seviyordu... iyi ki gelmiş ama beşiktaş'a.
sevdik bu sessiz sakin sadece işini yapan adamı.

foto : beşiktaş tarihi - yky

23 Kasım 2008 Pazar

ivsic* - şenol güneş - saffet - maraton- feyyaz


* isminde çok fena çuvallayabilirim ama başına gelenleri dakikası dakikasına hatırlıyorum bu bahtsız bedevi topçunun. zoran ivsic olacak tam adı. resmini bulamadım.

yukarıdaki resim ise söz konusu topçunun bedeviliğine şahit olunan şenol güneş'in jübilesine ait. sağ yanda kadir hemen arkasında duranı tanıdınız mı? menajer sinan engin. sol başta bir zamanlar beşiktaş'da forma giymiş yine beşiktaş-g.saray maçında talihsiz bir sakatlık sonrası eski fırtına günlerini aratan serdar bali.

mevsim: yaz. sene : 87. stad : f.bahçe.

henüz maraton'un üstünün kapanmadığı, numaralanmadığı yıllar. ve o yıllar malumunuz tribünler yarı-yarıya ve bugünkü gibi kavga-küfür-kıyamet yok. münferit olaylar elbet var. iki beşiktaşlı, bir trabzonlu ve bir ankaragüçlü futbolsever şenol güneş jübilesi için daha çok da futbol sevdaları nedeniyle beşiktaş-trabzonspor maçındalar.

maçın bir özelliği de ivsic adlı bir "yugo"nun beşiktaş forvet hattında görücüye çıkmasıydı. şimdiki köşe kadılarının burun kıvırarak bunlardan türkiye'de onlarca var diyebileceği benimse ayağına hakimiyeti, toplu ve topsuz oyunu bilmesi gibi vasıflarını da göz önüne alarak faydalı bir forvet olacağını düşündüğüm adamcağızın şanssızlığı daha ilk yarı bitmeden hem de bir hazırlık maçında deyim yerinde ise boktan bir mevzudan çift sarı kartla oyundan atılmasıydı.

adam istekliydi. deplaseler, çapraz koşular yapıyordu lakin bizimkiler pek görmek istemiyordu adamı. gördüklerinde de ya kendileri ya da ivsic zor pozisyonda oluyordu. ilk sarı kartı nasıl gördü hatırlamıyorum ama ikincisi de sakatlık için taç çizgisi kenarında tedavisini bitirir bitirmez izinsiz sahaya girdiği için dışarı atılmıştı. biz de hala devam eden geleneği bozmayıp haklı yahut haksız da olsa kırmızı gören topçuyu bağrımıza basmıştık!

maça gelirsek ivsiç'i gören feyyaz pabucun pahalı olduğunu anlamış olacak yahut bu takımın santraforu benim ve ben yeterim dercesine bir an da 2-0 yapmıştı maçı. trabzonspor sanırım ikinci yarıda 2-1 yapmış ve solumuzdaki taraftarlarını umutlandırmıştı ki... sonradan trabzon harici büyükleri gezecek olan saffet sancaklı elinde tekmelikleriyle hem oyuna hem de ceza sahasına girip topla ilk buluşmasında golü yapınca önceki sene yine kadıköyde 75. de aynı saffet gibi oyuna girer girmez ankaragücüne harika bir gol atan paprica'yı hatırlayan a.güçlü abi bombayı patlattı : "lan oğlum paprikamısın nesin sen, o nasıl gol öyle."
evet böyle...

sonradan kral feyyaz bir gol daha atarak şenol'u ve trabzonspor'u üzüyor ama beşiktaşlılara önümüzdeki maçlar için ümit veriyordu.

foto : tsgundem.com

20 Kasım 2008 Perşembe

bu adamlar ne yapıyor


yıllar önce bir futbol dergisinden kesip scan etmiştim. alman ligi. takımlardan biri schalke'de öteki nürnberg mi desem frankurt mu yoksa leverkusen mi bilemedim.

blog topçuları ile nostaljik paslaşmalar - 2


rakamla10 :

Seneyi hatırlamıyorum. Bizde Nihat'ın oynadığı yıllar çok da eski değil aslında. Samsunspor-Beşiktaş maçı otobüslerle Samsun'a gidildi. Bolu Dağı'nda öyle bir yağmur yağıyor ki korkuyoruz. Bir şekilde Samsun'a varıyoruz ama yağmur geceden beri öyle böyle yağmıyor. Her yer göl olmuş durumda. Otobüsten iner inmez sırıl sıklam oluyorsun. 11 saat yolculuk sonrasında 19 Mayıs Stadı'na giriliyor. Saha berbat durumda iptal olursa ne yaparız diye konuşuluyor. Maç iptal oluyor ve 15 dakika bekleyip İstanbul'a geri dönüyoruz. Samsunspor'un sahasında oynanamayan bu karşılaşmayı yakın bir tarihte Ankara'ya alıyor federasyon. Ankara'da Samsunspor bizi yeniyor. Maç bitmiş Beşiktaşımız yenilmiş. Otobüslere doğru yürüyoruz. Yan tarafımızdan Samsunspor taraftarını taşıyan çift katlı bir otobüs geçiyor. Beşiktaşlılar ile Samsunsporlular el kol hareketi yapıyorlar. Otobüs duruyor ve içinden 20-25 kadar Samsunsporlu -şirinler grubu- arkadaş ellerinde -Allah ne verdiyse- Beşiktaşlılara saldırıyor. Optik benim bulunduğum yere en fazla 10 metre belinden kemerini çıkarıyor, en önde gidiyor. Hakikaten "Son Holigan" yani. Onu gören kemerini çıkarıyor, yolun karşısındaki Samsunsporlulara koşuyorlar, tam bu sırada bir fren sesi Optik havada -mübalağasız- ayakları yerden kesiliyor. Herkes donup kalıyor. Samsunsporlular otobüslerine geri koşuyor. Beşiktaşlılarda Optik'in başına. Polis sonradan geliyor coplamaya başlıyor. Herkes boş meydandaki otobüslere biniyor. Herkesi topluca karakola götüreceklerini söylüyorlar. Optik öldü diyorlar. Optik Ankara'da hastaneye kaldırılıyor, herkes öldü diyor. Ankara'dan İstanbul'a kadar otobüste çıt çıkmıyor. Tribünün kafa abileri Optik'in yanından arıyorlar; "Birşeyi yok merak etmeyin, mesajı da var Galatasaray maçında tribünde." Hakikaten bu maçtan 2 hafta sonraki Galatasaray maçında İnönü Stadı'nda görmüştük kendisini. Lafta değil gerçekten öyle bir adamdı işte. Hayatım boyunca unutamayacağım bir olaydır.


romanista bukowski :

3 Kasım 1993'dü tarih. Doğumgünümdü. Babamın kucağında gittiğim bir maçtı Galatasaray - Manchester United maçı. Daha ilkokulda 3'ü uğurlu rakamım seçmiştim. "Baba" demişim. "Bugün ayın 3'ü. Hem uğurlu sayım hem doğumgünüm. Bu maç da 3-3 biterse yinede sevinirim." Neticede maç 3-3 bitmişti. Elemenin de verdiği mutlulukla heralde memleketin en huzurlu çocuğu bendim..

sağ açık :

Portekiz 96 kadrosuydu yanılmıyosam, Abel Xavier'in formasının diğer oyunculardan farklı renk olması.Daha koyu renkli.Portekiz fanatiği olduğum için aklıma bu geldi.


şairler parkı (marmara&ege) :

marmara;

Lise yıllarında Beşiktaş'ın antremanlarına gitmeye başlamıştım.Beraber takıldığım arkadaşlarım ya Fenerli ya Cimbomlu.
Okuldan kaçmaya ikna ettiğim günlerden birinde, o günkü antremanı izlemek için Kadıköy'den Beşiktaş'a geçtik.
Antreman sahasına geldiğimizde gazetedeki habere göre antreman 11'de başlayacaktı, biz ise 10'da oradaydık. Saat 11'e kadar sürekli yeni bir muhabbet açarak arkadaşları oyaladım.
Sahaya ne gelen var ne giden. Belki antreman saatini ileriye almışlardır dedim, yarım saat daha onları oyalamak için türlü çabalar...
Oktay geldi sonra tek başına koşmaya başladı. Birazdan takım gelir dedim. Oktay çalışkan çocuk erken çıkar antremanlara falan diyerek bu sefer de kendimi kandırdım biraz.
Sonra kulüpten adamlar girdi sahaya takım elbiseleriyle. Yanlarında da siyahi bir oyuncu geldi. Kim lan bu dedik. Siyahi oyuncu top sektirmeye, klasik transfer sonrası verilen hareketleri sergilemeye başladı. Bir kaç kamera ve gazeteci de mevcuttu.
Ama takım hala yoktu. Bunca çile sadece Oktay'ın koşmasını izlemek için mi diye düşünürken bir gol sesi geldi uzaklardan.
Kısa bir afallama ve soruşturmadan sonra öğrendik ki, takım yan sahada antreman yapıyormuş.
Oktay ise sakat olduğu için düz koşu yapıyormuş.
Koştura koştura yanda ki sahaya gittik. Takım çift kale maçı bitirmiş, taraftarlar yavaş yavaş çıkıyordu.10 dakika da olsa takımı görebilmiştim
Çıkışta imza alalım bari dedik. Alpay'a denk gelmiştim curcunada. Alpay abi diye kağıdı uzattığımda yüzüme bile bakmadan aceleyle imzalayıp asık bir suratla gitmişti.
Arkadaşlarımın yanında mahçup olmuştum Alpay'ın tavrından dolayı, yakıştıramamıştım Beşiktaşlılığa. İmzayı uzun yıllar sakladım, sonra bir gün aklıma geldiğimde çöpe attım. Keşke nihat'tan imza alsaydım derim hep.
Siyahi oyuncunun adı Muhammetmiş. 2 gün takımla antremana çıktıktan sonra vasat bulunduğu için transfer edilmemişti.

ege ;

98-99 sezonu ligin son maçları oynanıyor. Şu an hatırlayamıyorum ama sanırım ceza alıyoruz ve İzmir'e veriliyor maç. Maçın tarihi çok güzel, doğum günüm. Maç İzmir'e verilince ve tarih belli olunca annem hediyemi önceden veriyor. Beşiktaş forması…Beyaz uzun kollu, önünde Beko reklamı olan formalarımızdan. Tarifsiz bir mutluluk, ilk formam, anlatması güç. Günler geçmek bilmiyor, kurduğum türlü hayaller. Zihnimde defalarca üstümde formam ile Atatürk Stadı'na gidiyorum, tribünde yerimi alıyorum, yeşil sahada izliyorum Siyah-Beyazlar'ı…Heyecandan kıvranarak geçiyor günlerim. Maçtan 1 gün önce ateşleniyorum, mayıs ayında, ortada hiçbir sebep yokken. Şu yaşıma geldim, hala o kadar ateşlendiğimi hatırlamam. Çok heyecanlanmış dediler, heyecan da ateş yapar dediler. Kendime küstüm öyle olunca, maç sabahına bir şeyim kalmaz diye ağladım. Maç sabahı hala ateşliydim. Maça gidemedim, televizyondan izledim. Ohen atmıştı 2 golümüzü de, kendime küsmüştüm ama sırtımı kendime dönemiyordum. Beşiktaş sanki avuçlarımın arasından kaymıştı, sonrasında ver elini İstanbul,her sene kilometreleri kat etmece.

foto : postcards.tupence.co.uk

19 Kasım 2008 Çarşamba

blog toçuları ile nostaljik paslaşma - 1


istedim ki hep bireysel takılmayayım yanıbaşımızdakiler de oynasın!. dolayısı ile sağ köşe gönder dibindeki takipçisi olduğumuz blog topçularına diyagonal bir pas attık.
dedik ki ; futbola dair hatırınızda kalan en eski anınızı bizimle paylaşır mısınız...

eksik olmasınlar mailimizi görenler pasımıza icap edip meşin yuvarlağı doksan diye tabir edilen köşeye gönderdiler. maillerini geç açanlar için edit müessesemiz hala açıktır diyerek alfabetik sırayla nostaljik duvar paslarına geçiyoruz şimdi.

beleştepe :

Küçük yaşta genelde futbolculardan yola çıkarak bir sevme hali var. Misal Beşiktaş'lıydık MAf'ın, Ferdinand'ın, Fani mAdida'nın ya da Ulvi'lerin,Kadir'lerin, Takoz Recep'lerin hastasıydık hepsini ayrı bir severdik ama Rıdvan'ı da ayrı bir severdim hatta hala sen Fenerliydin oğlum o neydi duvarda Rıdvan fotoğrafı falan diye takılanlar olur. Gazetelerde karikatür şeklinde futbolcuları çizip koyarlardı ya o şekil.

Bir nostalji adamı olarak kısa sürede en hızlı ve çabuk dejenere olan kulübün taraftarı olarak eskiye özlem duymamam mümkün değil. Şimdiki cafcaflı formalardansa küçüklüğümün o pazar yerlerinden alınmış yaz-kış giyilen, plastik armalı o yün formalarını, sokaklarda top oynamaktan kapkara olmuş suratlarla Feyyaz olup klas goller atışımızı, Şifo olup derinlemesine inceden pasları ya da Gökhan olup savunmada kalıpları yıkarak inadına paslı oynamamızı, tüm o güzel günlere, eskiye duyulan özlemin de verdiği duygular mevcut.

Canlı tanık olduğum maçlardan en eskileri Mrkela adlı topçumuzun soldan soldan yaptığı ataklarla muhtemelen 2-1 yendiğimiz bir maç, Madida'nın ters kanatta denendiği, Ulvi'nin Gs'ye son dakikalarda gol atıp büyük ihtimalle 3-2 aldığımız maç, Ankarada Başbakanlık kupasında Trabzon'a 4-0 yenilmemize rağmen maç sonuna kadar söylenen ne Fener ne Cimbombom ne de trabzon bestesi, maç gününe kadar eskiden gazetelerin haftasonu verdiği kuşe mecmualardan kesilen konfetiler, maç öncesi dağıtılan kasa fişleri, Cenk Koray, Fulya tesisleri ve antrenman izleme ritüeli, uzun uzun çekilen üçlüler, bir kurşun atacağım, kartal oy oy oy öper oy oy oy tarzındaki yaramaz besteler, arabesk dolu özlem dolu eski pankartlar, bilmem ne diyarından sevgilerle diye başlayan bitmek bilmeyen uzunluktaki bezden pankartlar, kapalıdaki sütunlar, o inönüye ve kapalıya ilk girişte yeşil zemini görür görmez insanın içine işleyen heyecan ne yazıkki artık yerini hayal kırıklığına, takımına soğumaya bıraktı.

Deplasmanlarda unutulmayanlar Denizli maçında son dakikada olağanüstü falsolu serbest vuruşuyla maçı getiren Sergen'in Denizli'deki golü, 4-3lük kadıköy maçları yakın tarihten de olsa unutulmaz. Yine Ankara'da Miço'nun bağırmayanlara kızıp ayakkabısını çıkarıp sahaya atması, polislerin tekrar vermeleri, onun tekrar sahaya atması ve akabinde gülmekten karınların ağrıması, kapalıda bir gol sonrası The Doors konserini andıran görüntülerle eller üstünde gezinen bedenler, yine herhangi bir gol sonrası hayatın boyu görmediğin ve büyük ihtimalle bir daha görmeyeceğin bir adamla sarmaş dolaş olma, 6-7 sıra aşağı yuvarlanma, özellikle Beşiktaşlı olarak çokça yaşayıp genlerimizde taşıdığımız hüzün dolu maçların ardından yürünen Dolmabahçe yolu ve onlarca ayrıntı da cabası.

Hayat boyu sizinle her yere taşınacak yüzlerce anı, görüntü, futbolcu, taraftar, maç, üzüntü, sevinç tekmili birden çocuklarımıza miras kalacak güzel anılar.

Borges :

Zoran Simovic'e duyulan hayranlik. Ilginc olmasinin nedeni bes-alti yaslarindaydim sanirim. Futboldan da cok anlamaz iken onu takip ettik, bu sekilde baslayan Galatasarayliligin geldigi su durumda cikis noktasini tuhaf bulmusumdur. Cok sonralari Monaco zaferleri geldi ve fakat benim ona olan hayranligimin altinda sportif bir basarisi yatmiyordu, henüz o denli analizleri yapabilecek durumda degildim zaten. Baslangic noktasinda önemli olan diger detay Galatasaray kazandigi icin degil Simovic sevindigi icin ben de seviniyordum.. Bu bana ilginc gelir iken bir baska ilginc olan sudur ki benden baska kimseye de garip gelmemesidir...

gol atan kaleye :

15-16 yıl öncesi doğru hatırlıyorsam eğer.Hangi maç olduğu ne yazık ki aklımda değil. Ama bilet almak için çok uğraşmış, çok koşturmuştuk. Sonunda bileti alıp maça gitmek için koyulmuştuk.. Beşiktaş iyi bir maç çıkarmıyordu ve son dakikalara girerken de yenik durumdaydı. Maçtan hayır gelmeyeceğini düşünüp son dakikaları izlemeden evin yolunu koyulmuştum. Stadyum çıkalı 2 dakika olmuştu ki bir gürültü geldi anladım ki bizimkiler beraberliği yakalamıştı. Aradan bir 2-3 dakika daha geçmemişti ki bir gürültü daha ve bilmem seksen kaçıncı dakikaya kadar beklediğim maçta goller ancak ben stadyumundan çıktıktan sonraki 6-7 dakika içerisinde gelmişti. Ben de hem o kadar para verip hem de seyremediğim goller yüzünden neredeyse ağlayacaktım.

kartal bafiler :

Sene 1990 lı yılların ortaları, klasik bir lig maçı ,adını hatırlayamadığım bir Anadolu takımıyla İnönü'de oynuyoruz.Takımın durumu o aralar pek iç açıcı değil o maçın sonucun da da zannedersem ya yenildik ya da berabere kaldık.

Maç bitiminde benden bir yaş büyük ağabeyimle kapalı tribündeki yüzlerce taraftar gibi oyuncuların ve teknik kadronun usul usul sahanın ortasından geçerek soyunma odalarına doğru gidişlerini donuk gözlerle seyrediyoruz.

Sonrasında toplu olmamakla beraber özellikle bizim bulunduğumuz kapalı alt tribünde futbolculara ve teknik kadroya bireysel serzenişler bağırışlar duyulmaya başlıyor.

Taraftar üzgün,yıkılmış ve sinirli halde birbirlerine dert yanarken maç bitmiş dakikalar da ilerliyordu ,taraftarlar, hatta hanımlar ve çocuklarda kapalı alttaki iki çıkış kapısına yönelmişlerdi.

Bu arada (eskiden her maç dibimizdeydiler) tribündeki emniyet mensupları birden koyun güden çoban misali kadın çoluk çocuk demeden tribündeki taraftarı kapılarda sıkışmış durumda olan taraftarın üzerine doğru hala anlam veremediğim bir şekilde sürmeye başladılar.İnsanlar kapı ağızlarında sıkışmaya ve dalga dalga kapılardan düşe kalka dışarı çıkmaya başladılar ,ezilenler bağıranlar polise hakaret edenler sonrasında iş iyice isyana döndü.

İşte o anda öncesinde sonrasında bugüne kadar rastlamadığım bir şey oldu,Zaten canı burnunda olan taraftartarlardan dışarı çıkanlar boşalan ve polislerin çıktığı kapılara tekrar hücum ettiler ve bizde tam o esnada kap ağzındaydık kafamı çevirmemle kapılara hücum eden tarftarı gören polislerin tribün koltuklarına kadar geri kaçtığını gördüm,arada taraftar yakaladığı polislere tekme tokat daldı,akabinde içeri kaçan emniyet güçleri jopları çekip tekrar giren taraftarı dışarıya kadar püskürttü ama o sırada da ilk atakta içeriye giren ve dışarıda kalan taraftar çıkan emniyet mensuplarına bu sefer taş ve sopalarla saldırınca memurlar tekrar içeriye kaçtı,taraftar ve biz dışarıda beklerken bu sefer üç yıldızlar dört yıldızlar belirdi etrafta ve memurları ilginçtir tekrar saldırtmak yerine sükunet altına aldılar.

Biraz şiddeti yüksek bir anı olsa da geçmişe dönük polis şiddeti ve akabinde yaşananlardan dolayı benim için ilginç bir anıdır.

kramponlu ayakkabı :

Sanırım gittiğim ilk maçım diyebilirim.. Hatta maç öncesi.. Sanırım 97 senesi Galatasaray'ın sahası kapalı olduğu Çanakkale Dardanelle izmirde oynuyor.. Babamla 1 gün önceden Hilton Oteline gittik, Sadece hagiyi yakından görebilmek için.. Ama izin vermemişlerdi misafiri olduğu için.. Çoğu futbolcu da lobide oturuyordu.. Orda ben hafif ağlamaklıyım.. Ergün geldi yanımıza ilgilendi onla bir foto çektirdik.. Ama o zamanlar digital kameraların d'si olmadığı için, tab ettirilen fotoda kayboldu gitti.. Maçı da 1-0 kazanmıştık.. 2. dakika da Hagi atmıştı... :)



foto : tffhgdbursa.org

18 Kasım 2008 Salı

yusuf altıntaş


hafızam beni yanıltmıyorsa "milyonluk eşekler" tezahüratının f.bahçelilerden evvel g.saray tribünlerince icra edildiği sene transfer olmuştu g.saray'a. 100 milyon diye hatırlıyorum transfer ücretini ve izmit köseköylü olduğundan köylü yusuf lakabını akabinde. sonradan güçlü fiziği sayesinde rambo'luğa terfi etmişti ama. derwall'in ik yılında gelmişti ve yine yanılmıyorsam 0-3 lük bir e.şehir hezimetinden sonra milyonluk eşekler olmuştu gazete başlıkları.

benim hafızamda yer eden üç köşe taşı vardır futbol hayatında. eminim o da hiç unutmaz hatta birini tanju'da unutmaz!

87-88 sezonunda adanademirspor maçında müsait pozisyonda topu boş kaleye dürtmeyip tanju çolak'a "gel ulan bu da benden olsun" dercesine golü attırarak tanju'nun metin oktay'ın rekorunu kırmasında ve 39 golle avrupa gol kralı olmasında tuzu olmuştur bir anlamda..

ayrıca beşiktas'ın averajla sampiyon oldugu 85-86 sezonun inönü'deki final maçında soldan gelen ortaya ceza sahasının dışından gelişine öyle bir vole vurdu ki bizim zafer çatala asılı kaldı ama top altı pasa düştü. top direkten döndü sandık tv den izlerken ve dahi spiker. lakin bu yusuf çılgınlar gibi sevindiğinde anladık ki golü yemişiz. neyse ki ziya doğan sonradan durumu telafi etmişti.! ama allah icin güzel goldü!

yine samiyen'de müthiş ıskası vardı başka bir besiktaş maçında (90-91 sezonuydu yanılmıyorsam). o hafta arası milli maç vardı. sakatım diye milli takımdan affını istemisti. lakin hafta sonu iyileşmiş maça çıkmıştı.

gs 2-0 önde iken yaptıgı ıskayı yakalayan ali gültiken ertesi günkü gazetelere "allahın sopası yok" manşetlerine konu olan golleri atmıştı peş peşe..
son olarak ta "kibar" nokta koymuştu olaya: 2-3.

hakeza rıdvan'la ikili mücadeleleri, penaltı sebebiyetleri hala hafızalarda olan renkli bir futbolcuydu son tahlilde.

16 Kasım 2008 Pazar

çok sevdik



biz de.
hem de çok.
2008, tuzla

1985 a.bilbao - beşiktaş



sene 85, mevsim sonbahar.
akşama maç var. athletic bilbao- beşiktaş.
dönem trt’nin tekel oldugu dönemler. bilmiyorum o dönem sıkça yaptıgı gibi maç deplasmanda dahi olsa trt “kıllık” yapıp tv den yayınlamadı mı yoksa elektrikler mi kesikti orasını net hatırlamıyorum. hatırladığım gecenin geç vakti olduğu. o dönemler 22 -23 civarında oynuyordu ispanyollar maçlarını. rahmetli babamla evde başka bir trt vasıtası aracılığı ile yani radyodan dinliyoruz maçı…

sihirli kutunun öteki ucunda boğuk sesi ile bizi heyecanlandıran spikeri de hatırlamıyorum haliyle… orhan ayhan değil ama. o'nu nerde olsa tanırım. sesini olmasa doğaçlamalarını.
neyse. bir an odadan çıkıyorum döndüğümde babamın sol elinde kulağına yapıştırdıgı radyomuz ile sağ yumruğunu havaya kaldırmış goool diye höykürmesini hiç unutamam.. tabi durur muyum hemen ben de böğürmeye başladım avazım çıktığı kadar.

lakin işte o zamanlar fakirdik biz ne bir magnumuz, ne barettamız, ne de switwessonumuz olmadığı gibi çiftemiz bile yoktu gol sevinci yapacağımız, balkonda oturan komşumuzu falan yaralayacağımız. (ki hala da yok) yoksulluk işte!

neyse mevzuyu dağıtmayalım… kendime geldim hemen kim attı kim attı dedim ercan taner timsali… gökhan dedi babam.. gökhan keskin.
o dönemler yeni yeni yer buluyor kadroda.. henüz palazlandığı ve branko stankovic' in orta saha dişlilerinden biri oldugu dönemler. sonradan görüyoruz tabi biz golü.. neredeyse ortasahadan yaradana sığınıp vurmus. ama cok sert değil bu şut. lakin sakar zubi’ de (andoni zubizaretta) aynı düsünce ve rahatlıkta uzatıyor elerini ama elinden kaçırıyor topu. gol evet gol. karakartalımız san mames’de 1-0 öne geciyor. bunu da spiker söylüyor böğüre böğüre.

ama olan ondan sonra oluyor. bilbaolular kızgın boğalar gibi geliyorlar üzerimize. gole çok bozuldukları belli.. öyle diyor yine spiker, o’nun yalancısıyım…

kalecimiz zafer ceza sahasına inen topları yumruklamaktan bitap düsüyor zaten kısa düşüyormuş yumrukladığı toplar geri geliyormuş iadeli taahhütlü misali.
netekim bu baskıya daha fazla dayanamayan karakartalımız önce beraberliği sonra farkı veriyor ispanyollara. 1-4. yine bize hüsran bize yine hasret vardı o gece.

unutmadan o gün gol sevinci yapacak silahımız yoktu ama biz golleri leblebi gibi yemeye başlayınca nara atan f.bahceli ve cimbomlu komşularımız da yoktu!
insan şimdi elin "gavurundan" fark yediğine mi üzülsün yoksa yanıbaşındaki rakip takım taraftarı manyak komşusunun gol sevinçlerine mi?

12 Kasım 2008 Çarşamba

sarıyer -samsun 1982-83

güneşli bir cumartesi ama mevsimi hatırlamıyorum. kış da olabilir baharların ilki veya sonu da. birader , ben ve babam taksimdeyiz. küçüğüz ama laflarımız büyük ve laf dönüp dolaşıp o günkü sarıyer-samsunspor maçına geliyor. ısrar ediyoruz;
- baba n’olur gidelim.
karar veriliyor ve iniyoruz gümüşsuyundan dolmabahçe’ye aşağı doğru. lakin biz beleştepe civarına geldiğimizde maç başlamış hatta gol bile olmuştu o sırada.

kapalı yakınındaki hareketsiz duran kırmızı yoğunluktaki samsunspor taraftarlarından anlıyoruz ki , golü sarıyer atıyor. babam "girmeyelim isterseniz" diyor.

biz bastırıyoruz iki birader. ikiye bir demokrasi çokluğu ile daha çok da baba duygusallığıyla giriyoruz içeri. kapalı yanındaki yeni açıktayız. sarıyerliler numaralı yanındaki yeni açıktalar ve
bizim tribüne dönüp "samsun samsun al al al” yapıyorlar 1-0'ın verdiği moral motivasyonla..

çok geçmeden beraberliği yakalıyoruz. golü kim attı hatırlamıyorum.
ilk yarı biterken de 2-1 öne geçiyoruz. bu kez golü de atanı da net hatırlıyorum.
kapalının önünden gelen uzun ortaya sarıyerli defans oyuncusu ile yükselen tanju çolak’ın kafasının üstü ile tiplediği top kalecinin üzerinden ikinci samsun golü olarak skorborda yansıyordu.

ve bizim tribün sazı eline alıyordu bu sefer.

“sarııı sarııı al al al.

ilk yarı bu skorla biterken 15 dakika keyifli idi kırmızılı tribünler. ta ki ikinci yarının ortalarına doğru çelebiç bu keyfe limon sıkana kadar. 2-2.

maçın böyle biteceği sanılırken şimdi ismini hatırlamadığım sevgili samsunsporlu futbolcu ağabeyim orta çizgide topu ayağında geveleyince dönen top sarıyer’in filippo inzaghi’si yugo smail(ismail denirdi ama yazılışı buna benzer bişeydi) tarafından üçüncü sarıyer golü olarak filelerimizle kucaklaştırıldı. son saniylerde gelen bu kucaklaşma hiç hoşumuza gitmedi elbet. babamı suçladık niye getirdin bizi keşke girmeseydik dinlemesyedin bizi falan teraneleri ile. bir dahaki sefere de biz kazanırız, daha önümüzde çok maç var türü sözleri duymak bile istemiyorduk. tabi bir de o malum tezahüratı.

kötü bir gündü netekim.

ha bu arada beraberlik golünü atanı hatırladım şimdi. tabi ya dobi hasan’dı.
hey gidi.



foto: samsunspor.biz

kimler geldi kimler geçti : feyyaz - miço - ibo

beşiktaş forumları ve dahi asena özkan deli ibrahim’in futbolculuğunu sorgularken aklıma geldi birden bu isimler…




güneşli ama soğuk bir kış günüydü. sanırım türkiye kupası yarı final maçıydı hani aziz yılmaz’ın şu meşhur kahverengimsi paltosu ile sahaya girdiği ve 1-1 beraberlikle beşiktaş’ın turu geçtiği maç. feyyaz savunmanın arkasına sarkmış kaleci ile burun buruna iken arkalardan canhıraş gelen müjdat yine cansiperane biçimde feyyaz’ın önüne atlayarak muhtemel bir golü önlemişti. ilginç olan ise bu golden sonraki yumruk şova benzer hareketleri idi. o dönemde biri gidip öteki gelen libero ve stopeler miydi yoksa başka bir şey miydi o’nu bu hale sokan bilemiyoruz. ama şimdi hatırladığım wichnewski , tanjga, soczynski , jakolsewich , wagenhaus ve daha birkaç topçu. hepsi gitti müjdat kaldı.


tıpkı kibar feyyaz gibi , her sene esas golcü alınır ama ya kibar’ın yardımcısı olur yahut ertesi sene eve dönmek zorunda kalırdı. camiada kalıcı olmak buna denirdi sanırım. kimler yok ki o'nun eskittikleri arasında da... paprica, mc donald, ivsic (ki ayrı yazı yazacağımdır hakkında…) nartallo ve madida. gerçi son ikisi suni bir çek krizi yüzünden feyyaz'ı eskittiler lakin o hep esas oyuncu ve golcü idi.

deli ibrahim bu grubun en dertlisidir sanırım. şöyle bir bakıyorum da geriye. olumlu olsun olumsuz olsun kimler gelmiş kimler gitmiş ibo hala kapı gibi duruyor sol kanat savunucu olarak. tribünlerin hah şimdi oldu deli’den kurtulduk dediği ama kalmak istemeyen marcus münch, ön libero-stoper ama asıl mevkii sol bek olan ahmet yıldırım, altaylı bayram bektaş, forvetten devşirme sol kanat serdar topraktepe , hakeza çağdaş atan, ispanyol juan fran, adem büyük, seriç ve hatta tello. üzülmez kapı gibi orada. yazılan futbolcuların bazıları mevki itibariyle eleştiri konusu yapılabilir pek tabi ama gerçek olan hepsi ibo’nun kanadından geçti ve geçmekte bir fiil. sonuç; ibo yıkılmadı ve hala ayakta…


fotoğraflar : fenerbahce.de , bjk.com.tr , resimadasi.com

9 Kasım 2008 Pazar

bundesliga , farfan, ribery vs.

schalke-bayern maçı devam ederken ;

psv'nin milan'ı lyonu adeta tefe koyduğu hiddink'li yıllarda pek ısınamıştım bu farfan'a. şimdi bakıyorum shalke'de bayağı yol katetmiş derken ceza sahasında da bir pozisyon icat etti yoktan. ilk an da tribünler gibi ben de penaltı dedim. ama yine de bayern lobisi iş başında demek için tekrar çekimi bekledim. farfan topçu olabilirsin ama adam olamazsın dedim çekimden sonra!

ribery, rüzgar gibi esiyor. hoş esintisini türkiye'de de hissetmiştik zamanında. lakin sırf türkiye'de bir yıl oynadı diye mi bu ribery özentisi, ilgisi. sanki milli takımda oynamaya aday gurbetçi futbolcu gibi güzellemeler, top ona geldiğinde ertem şener'in ronaldinho hayranlığını kıskandıracak heyecanlanmalar, coşmalar falan. abartıyoruz sanki biraz.

bundesliga'yı uzun bir aradan sonra seyrediyorum. diğer şehirlerden sonuçları veriyor spiker. e.frankurt diyor. o an yeboah'lı, andreas moller'li, m.binz'li 90'lı yıllar kadrosu geliyor aklıma. son haftaya stuttgart' ve b.dortmund ile birlikte aynı puanda kafa kafaya girip kazansa şampiyon olacağı son maçı kaybederek daum'un stuttgartına hediye ettiği yıl yani. bir daha öyle bir kadro gelmedi bir araya.

metin


metin-ali-feyyaz'ın halay başısı. en eskisi. en hızlısı. sarı fırtınası.

coşkun özarı'nın milli takımı çalıştırdığı bir dönemde ilk açıklanan aday kadroda olmayan (hatta hiç bir besiktasliıfutbolcu yoktu kadroda) ama hemen akabinde oynanan ve besiktaş'ın 4-0 kazandığı malatyaspor karşılasmasında mükemmel oyununu 2 golle süsleyerek kadronun yeniden şekillenmesine neden olmus futbolcudur aynı zamanda.
tabi bu duruma metin'in güzel futbolunun yanısıra "bu iş kartalsız olmaz özarı" diye tempo tutan yaratıcı besiktaş taraftarı da sebep olmuştur bir nebze.

en önemli özelligi sürati idi. malumunuz sarı fırtına adı buradan gelmektedir. nitekim bir altay maçında yeni açıgın numaralı yanındaki bölümünden izledigim ferrari misali abartısız 4-5 kişiyi ekarte eden çapraz kosusu hala gözümün önündedir.. izlemesi keyif veren futbolculardandı.

öte yandan 15 ekim 1989 besiktaş adanademirspor maçında havada bir müddet asılı kalarak attığı kafa golü omam bıyık'a referns olmuş ve benzerini biraz daha fazla yükselerek italya 90 dünya kupasının açılış maçında arjantin'e atan omam bıyık daha sonra bu golü metin tekin'den esinlenerek attığını söylemiştir televole kameralarına!!!

keza 1989-90 sezonunun final derbisinde topla en yüksek noktada bulusup f.bahçeye attığı golle besiktaşı 2-1 öne geçirdigi gibi schumacher'in ikinci yariya çikmamasına ve de soyunma odasında müjdat yetkiner ile kavga etmesine vesile olmustur sarı fırtına. ne var ki ikinci yarida kaleye geçen nurettin yıldız' a da bir kafa golü atınca bu sefer yaratıcı besiktaş taraftarı bir kez daha sahne alıp müjdat kaleye diye tempo tutmustur.

sarı fırtınanın türk futbol gündemine yön verdiği maçlar bununla da sınırlı kalmıyor!
zaman zaman tartışmalara konu olan kalecinin elinden çaldigi topun gol olarak değer kazandığı bir maç vardır.. 86 nisanında 5-1 kazanilan orduspor maçıdır bu karşılaşma. maçı inönü'nün yeni açık tribünlerinden izleyen ben deniz pozisyona bayağı bir uzak kalsam da (zira gol deniz tarafındaki kaleye atılmıştır) metin'in kaleci hüsnü'nün tek elinde tuttugu topa kafa ile "süsmesi" sonucu top, kovaçeviç henüz mirsad güneş olmamışken önüne düşmüş ve kariyerinin en kolay gollerinden birini atmasına sebep olmustur.

zaten o yıl beşiktaş yine bir dünya kupası senesinde şampiyon olmuştur. bir sornaki şampiyonluk için 90 italya kupasını bekleyecektir. adeta metin-ali-feyyaz üçlüsünü doğuşunu beklercesine...

foto : tumspor.com

ali


branko stankoviç'in sağ beki (84-86), miloş militanovic'in orta sahası (86-87) ve nihayet gordon milne'nin forveti (87-92) kısaca metin-ali-feyyaz'ın ali'si.

86 da trabzondaki şampiyonluk turunda gözyaşlarına hakim olamayan milli futbolcudur aynı zamanda. elbetteki bu gözyaşları şampiyonluk turu atan beşiktaş'ı alkışlayan ts seyircisinin jestinden dolayı değil çok genç yaşta kendisine nasip olan şampiyonluk içindi.

maalesef ki 92 yılında yine bir şampiyonluk maçında (bjk: 4 gs: 3) geçirdiği ağır sakatlık yüzünden sahalara yine genç yaşta pek çok futbolcunun ikinci baharını yaşadığı yaşlarda veda etmek zorunda kalmıştı. sakatlık sonrası eski formunu bulamamış ve kısa bir kayserispor macerasından sonra futbolu bırakmıştı.

en verimli sezonu olan 87-88 sezonunda ligde tam 30 gole imza atmış ve takip edebildiğim 28 senelik zaman diliminde (1980-2008) bu sayıyı geçen baska bir besiktasli futbolcu olmamıştır. (sadece lig maçları için) hatta sanırsam öncesinde de yoktur. ama emin olmak için yine de tarihin tozlu sayfalarına bir bakmak lazım.

ha unutmadan türk futbol literatürüne hücum pres anlayışını getirerek bir anlamda bu sistemin yılmaz savunucusu ve uygulayıcı olan hakan şükür'ün de öncüsü olmuştur.

ayrıca radyoda necati karakaya'nın dömi vole tabirini sık kullanmasına sebep olan beyefendi futbolculardandı. sakaryaspor'a bu tür bir golünü hatırlıyorum 6-0 lık bir maçta. enteresan golleri olduğu gibi saç baş yolduran gol kaçırmaları da mevcuttu. lakin çok severdik kendisini. tıpkı metin gibi, feyyaz gibi.

foto : ayrintilihaber.com

feyyaz


belli bir yaştan önce doğanlar için MAF (metin-ali-feyyaz) üçlüsünün feyyaz'ı. bir kısım futbol sevdalısı için kibar feyyaz yahut bay gol benim içinse yerli vanbasten'di o.

her futbolseverin yerli yabancı bir idolü, bir sembolü deyim yerinde ise "aşkı" vardır futbol oynamaya elverişli yeşil sahalarda. bu ismin karşılığı feyyaz'dır nazarımda. belki de bu yüzden neredeyse dakikaları ile birlikte yer etmiştir hafızamda attığı birbirinden güzel goller.

nasıl unutabilirim ki...

misal bu goller sayesinde schumacher'in biraz daha fazla deli olmasında rolü büyüktü! 88-89 türkiye kupası finalinde o'nu bir sağa sola yatırışını hiç unutamam. tıpkı askerken dinamo zagreb'e attığı gol sonrası üç numaraya vurulmuş koca kafasını sağa sola sallayarak yapmış olduğu absürd gol sevincini, 91-92 sezonunda trabzon'da 30 metreden sol ayağı ile attığı golü ve gol sonrası şifo mehmet'in onu sırtında ortaya sahaya kadar taşımasını, ali samiyen'de 3-0 lık avusturya zaferinde şimdi yıkılmakta olan tribünlerin olduğu (başka bir anlamda sarı diyen eski açık tarafındaki) kaleye dönerek attığı muhteşem golü, 88-89 da 4-1 lik gs galibiyetinde 3 gol atarak tanju'ya atfen "kral öldü yaşasın yeni kral" dedirten maçını unutamadığım gibi.

spektaküler bir futbolcuydu netekim.

foto : newskiller-siyahvebeyaz.blogspot.com

7 Kasım 2008 Cuma

geçmiş zaman olur ki : beşiktaş dinamo kiev 1987


ahali ; el, ayak, abaküs hesabı yaparken "istanbul’a en şiddetli kar yağışı en son ne zaman oldu" geyiğine şıppadanak cevap vermemi sağlayan talihsiz bir maçtır söz konusu olan. talihsiz ki ne talihsiz. trt spikeri tam beş kez maalesefle başlayan gol cümlesi kurmak zorunda kalmıştı maalesef.

bilmem kaç yılın en şiddetli kar yağışı olduğu için, istanbul yerine günlük güneşlik bir havada izmirde oynanmıştı maç 04.03.1987'de..

istanbul, izmir çok da fark etmiyordu aslında. adamlar daha gelmeden yenmişlerdi sanki bizi. gürbüz basınımızın da etkisi ile işte 2000 yılının takımı, uzay takımı, mars takımı, makine gibi takım vs. söylemlerde maçı oynanmadan kaybetmis gibiydik.
ilerleyen yıllarda bir de nou camp’taki 0-5 lik barca maçında böyle yenilgiyi peşinen kabul etmiş biçimde oynadığımızı hatırlarım.

şimdinin ukrayna milli direktörü oleg blokhin in ve yevtushenko’nun ikişer dönemin flaş ismi belanov un bir golü ile maçı 5-0 kaybettik.

rövansta onlarında bizim gibi insan olduğunu anlayan futbolcularımızın daha güvenli mücadelesi ve de 5-0 rahatlığındaki rakibin fazla sıkmamasına sebep ilk maca oranla daha derli toplu oynamamıza rağmen orada da 2-0 kaybetmiştik maalesef.

foto : nevaria.com

5 Kasım 2008 Çarşamba

futbol aşkı güzeldir


tam zamanını hatırlamıyorum ama sanırım ya ilkokul sona ya da orta birinci sınıfa gittiğim dönemlerdi. hürriyet gazetesi her cumartesi 10 gruptan oluşan amatör küme puan cetvelini, oynanan ve o hafta oynanacak maçların programını yayınlardı. hatırladığım kadarı ile tophane tayfun, çıksalın, çırçır, yavuz selim, selimiye, beylerbeyi , çengelköy gibi bir çok takımın mücadele ettiği her gruptan bir takımı tutardım ve o takımların aldığı neticeleri öğrenmek için ertesi cumartesiyi iple çekerdim.

yine g.saraylı bir arkadaşımdan gördüğüm üzere beşiktaş’ın o hafta sonu oynadığı maçın haber ve resimlerini bilmem kaç ortalı harita metoduma özenle yapıştırırdım.

öte yandan şimdilerde adı ne oldu bilmiyorum ama siyah-beyaz televizyonumuzda cumartesi-pazar akşamları ingilizlerin “süt kupası” maçları yayınlanırdı. notingam forest’ı liverpool’u alan kennedy’i, ian rush’ı kenny daglish’i ilk o maçlarda tanıdım ve de sevdim.
bırakın taştan kaleli sabahtan akşama yaptığımız maçları nerede bu oyunu görsem bir kenara çekilir bir müddet seyretmeden gitmezdim. hala da öyleyim.

şimdilerde ise amatör küme maçlarının yerini bank asya , harita metodun yerini internet arşivleri, rushların, daglishlerin yerini ronaldolar zidaneler, taştan kaleli maçların yerini halı sahalar aldı. uzun lafın yanisi ; yayıncı kuruluş repliği ile “futbol aşkı güzeldir.” efendim.

iyi seyirler...

foto : http://images.newsquest.co.uk/image.php?id=980244&type=full

jose mourinho



bizit yayıncılık tarafından çıkarılan kitabı ile bir kez daha sempatimi kazanmış teknik direktördür kendileri.

aslında bazen ben de şaşırıyorum bu sempatiye. fatih terim'i hiç mi hiç sevmezken benzer tandansları olan bu adamı niye seviyorum diye.

sanırım bunun cevabını söz konusu kitap da buldum...

gerçi futboldan pek anlamayan biri tarafından çevrildigi belli olan ve yer yer ooehh dedirten baskı hatalarına karsin futbol sevgisi ve mourinho sempatisi ile büyük bir keyifle, sıkılmadan okutuyor kendini kitap.

kitapta sizi şaşırtan ve aslında bildiginizi zannettiginiz ama öyle olmadığını gördüğünüz bir çok anektod mevcut.

misal jose, sanıldığının aksine hasta bir benfica'lı değil vitoria de setubal taraftarı imiş.

yine as monaco karsisinda cl kupasını kazandıklarında seromonide kalamayaşının bir nedeni de maç gecesinde aldığı tehditler yüzündedir ve bu nedenledir ki macçın bitiş düdüğü ile birlikte güvenlik için tribünden saha içine alınan ailesini alıp bir an önce gitmek istemiştir ama eşi o'nu takımının yanına göndermiştir yine de.

hakeza o'nun duygusuz, sırf gurur ve kibirden yaratılmadığını yine o'nun portekiz'deki en büyük rakibi benfica oyuncusu miklos feher'in sahada kalp kirizi geçirip ölmesini canlı yayında yaşlı gözlerle izlemesinden ve şu sözlerinden anlamak zor olmasa gerek;

o an da benfica, sporting lizbon ya da porto'nun hiç bir anlamı kalmadı.

evet böyle de bir adam jose mourinho...

sevip sevmemek size kalmış...

4 Kasım 2008 Salı

no penaltı




aslında maçın en önemli anını, sonucu etkileyen olayını maç sonunda kendilerine zoom yapan kameraya madrid taraftarı beyaz saçlı amca söyledi.; no penaltı.
evet bence de no penaltı.
gerard'ın arif erdem'i hatırlatan ama o'nun daha gelişmiş bir artistik atlayışını daha havada iken nadia comaneci'ye taş çıkarırcasına bükülerek, burgu yaparak üstelik yan hakemden artistik on puanını da alarak yapması maçın kaderini etkiledi.

açıkçası eyyamın kralını yaptı isveçli. sadece gerard'ın penaltısını vererek de değil. yan hakemi o'nu yanılltı diyelim. eyvallah. peki ikinci yarıdaki iki liverpoollunun yatarak ve kayarak yaptığı iki bloku es geçmesine ne demeli.

evet hakem konuşmayacaktık değil mi?. süpper ligimizden kalma alışkanlık işte...

neyse biz asıl ilgimizi çeken tribünlere bakalım...

66 idi galiba danimarkalı agger kafayla madrid direğinin tozunu alırken yönetmenin aklı torresde kalmış. o da biizm dua sonrası aminimize benzer bir el-yüz hareketi çekiyordu tam da o sırada. dedim acaba golün kaçtığına mı üzülüyor yoksa eski takımının şansına mı seviniyor. öyle olmadığını haksız penaltı sonrası gelen goldeki yumruk şovundan anladık...

aslında daha penaltı olmadan... liverpool taraftarının ertem şener'in dediği gibi allah rızası için bir gol bakışlarını görürken , dinmeyen tezahüratlarını duyarken, carragher'ın önündeki defansı çarşıya yolladıktan sonraki muazzam bazukasını bizim gibi hayranlıkla seyretmekle kalmayıp ellerini patlatırcasına alkışlayan bıyığı terlememiş liverpoolluları görünce istedik bir gol atsın liverpool. ama işte futbolun adil olmayan adaleti ya da cilvesi. doksan artılarını bekliyormuş..

sonra yine altmışlarda liverpool tribünleri soluk alırken, can siperane savunurken madridliler kalelerini ispanyolların o tipik tezahüratları çok hoş geldi kulağıma. yemesinler istedim gol. leo franco'ya ayrı sempatiğim zaten. penaltıyı kurtarsın kahraman olsun istedim. olmadı.

kısmet artık önümüzdeki maçlara bakacağız...

foto : uefa.com

fenerbahçe'nin vicente del bosque'si.



hatırlıyorum da vicente'de beşiktaş'ta ilk haftalara alınması zor mağlubiyetleri, puan kayıplarını sıkıştırdığında benzer eleştiriler alıyordu.

işte efendim ülkeyi tanımıyor, takımı tanımıyor, rakipleri tanımıyor.
e bi de üstüne üstlük ispanyol. biri real madrid'i öteki ispanyol milli takımını zirveye çıkarmış.

ha allahı var kimse del bosque'nin tevellüdüne takmamıştı.
iyidir kötüdür bu benim işim değil. lakin ülke, fenerbahçe ve aziz yıldırım şartlarında şimdiye çoktan giderdi.

benim düşüncem ya tazminatı çok aragones'in. bu yüzden ikinci bir bosque faciası yaşatmak istemiyor aziz yıldırım f.bahçe ve ülkeye. yahut, bir gordon milne, bir alex ferguson mucizesi bekliyor önümüzdeki maç ve haftalarda dede'den.

3 Kasım 2008 Pazartesi

uçan hollandalı



18 Ağustos 1995. San Siro Stadı tarihi günlerinden birini yaşıyor. Luigi Berlusconi kupasında Milan ve Juventus karşı karşıya geliyor fakat zihinler ve de gözler maçtan ziyade erken yaşta futboldan kopmak zorunda olan Marco van Basten üzerine yoğunlaşmış duırumda. Ve elbette ki başta Milanlılar olmak üzere Van Basten hayranları ve hatta tüm futbolseverler Marco van Basten için hüzünleniyor. O gün konuşma yapan Adriano Galliani sanırım Marco için söylenebilecek ve yapılabilecek en güzel tarifi yapıyor ; “Futbol Leonardo Da Vinci’sini kaybetti.”

Evet O gerçek bir futbol sanatçısıydı. 1,88 lik boyuna rağmen o ince zarif bilekleri ile doktoru Rene Marti’nin dediği gibi “Adeta bir balerin gibi dans ediyordu yeşil sahalarda.”
Sadece jeneriklik golleri ile değil centilmenliği ile de gönüllerde ayrıca yer edinmişti Hollandalı golcü. İşte o gönüllerden bir tanesi de bu satırların yazanına ait!

Marco van Basten denince futbolseverlerin aklına Milan ve Euro-88’de Dasaev’e attığı o efsanevi gol gelir hiç şüphesiz. Ercan Taner’in Alex De Souza’nın bu sezon başı Samsunspor filelerine bıraktığı goldeki haykırışı gibi gerçekten “yoktu öyle bir gol.” Bir daha olur mu? Çok zor. Belki muadili ama aynısı asla! Bakmayın siz Öztürk Pekin’in Ümit Karan’ın Vestel Manisa golü için canlı yayın heyecanı ile söylediği Van Basten’in golünden bile güzel demesine. 1988’deki o golün ve atanının güzelliği bambaşka ve de eşsiz!
Ha sanılmasın ki Karan’ın o müthiş golüne burun kıvırıyoruz, bilakis şapka çıkartıyoruz ve hatta anılarımızı tazelediği için teşekkürü borç biliyoruz kendisine, o ayrı. Lakin efsane böyle kolay harcanacak golcü değildi, bu da böyle biline.

Evet efsaneydi O.
Ajax ve Milan’da oynadığı 11 senede 280 lig maçında attığı tam 218 gol , dile kolay.
Marco, resmi olarak 1995 yazında futbolu bıraksa da birçok operasyon geçirdiğinden 93-94 ve 94-95 sezonlarında ne yazık ki futbol oynayamadı. .
Kariyerindeki toplam gol sayısı ise 276. Keza bu kariyer içerisine 3 kez Avrupa’da yılın futbolcusu ve bir kez Dünya’da yılın futbolcusu ödülünü sığdırmış olan bir yetenekti kendisi. Öyle ki Cruyff ve Platini ile birlikte Avrupa’da 3 kez yılın futbolcusu ünvanına layık görülen üç futbolcudan birisidir hala. İşte bu yetenek henüz 16 yaşında iken Milano’daki bir turnuvada İnter’in sembol ismi Sandro Mazzola’ya bir başka efsane isim Johan Cruyyf tarafından varisim diyerek takdim edilmişti.
Ki Mazzola’da Cruyff’u destekler mahiyette şu açıklamayı yapmıştı 1980 yazında ; “Cruyff, Marco’yu bize gösterdiğinde geleceğin hayranlık uyandıracak futbolcusu olduğunu anlamıştık.”

Ve Marco o tarihten iki sene sonra (3 Nisan 1982) Ajax forması ile ilk profesyonel maçına Nijmegen karşısında çıkmıştır. Ki Hollanda ve Dünya futbolunun efsane ismi Cruyff’ın yerine oyuna girmesi altı çizilmesi gereken ayrı bir satır başıydı.
Çok kısa zamanda Ajax’ta kendini kabul ettirip, golcülüğünü gösteren Marco van Basten 1985-86 sezonunda 26 maçta 37 gol atarak kazandığı “Altın Ayakkabı” ile de Avrupa’nın dikkatini çekiyordu.
Zaten Ajax’ta 128 maçta 143 gol atarak muazzam bir gol ortalaması ile Milan’a transfer olacaktı 87 yazında. Fakat Milan’a geçmeden önce Ajax’a son bir güzellik daha yaparak 1987 ‘de Lokomotive Leipzig’i 1-0 mağlup ettikleri maçın golünü atarak daha bir mutlu kaldırıyordu Kupa Galipleri Kupasını bu “Uçan Hollandalı”.

“Uçan Hollandalı” evet, Marco’nun Milan’a geçmesi de çok enteresan olmuştur. O dönem Silvio Berlusconi’nin önünde forvet için iki secenek vardır. Biri Liverpoollu Ian Rush diğeri de Marco van Basten. Marco’nun 30 saniyelik video görüntüsünü izledikten sonra Berlusconi kararını verir: “Bu Uçan Hollandalıyı istiyorum.”

Marco kariyeri boyunca yakasını bırakmayacak ve futbola erken veda ettirecek olan bileğindeki sakatlık yüzünden Milano’daki ilk senesinde kendini pek gösteremese de Milan 8 yıl aradan sonra *scudetto’ya ulaşıyordu. Fakat daha sonraki yıllar Serie-A ya ve Milanello’ya alışan Hollandalı iki kez Serie-A kralı olurken Milan’la birlikte efsanevi başarılara da imza atıyordu.

Milan ile birlikte neredeyse almadık kupa bırakmadı. Serie-A şampiyonluğundan Şampiyon Kulupler Kupası’na, Süper Kupa’dan Kıtalararası Kupa’ya.
Ne var ki, kötü kaderi O’nu hayatının futbolunu oynadığı 92’nin son aylarında yakaladı. Serie-A’da 15 maçta 13 gol gibi müthiş bir grafik yakaladığı gibi kendisini hala Şampiyonlar Ligi’nin unutulmazları arasına katan bir maçta en fazla gol atan (4) ender oyunculardan oluyordu o dönem. Milan Göteborg karşısında aldığı 4-0’lık galibiyete bu büyük golcüsü vasıtası ile ulaşıyordu.

Dedik ya talihsizliği henüz Milano’ya geldiği sene başlamıştı, bileğindeki kronik sakatlık tedavi edilemez şekilde bir kez daha nüksediyordu 92 sonbaharında. Her ne kadar 1993 mayısında Marsilya ile oynanan Şampiyonlar ligi finalinde oynasa da o maç son resmi maçı oluyordu maalesef.
2 sene boyunca geçirdiği ameliyatlar da çözüm olmayınca 1995 ağustosunda San Siro’ya son kez çıkmak zorunda kaldı. Hem de öyle bir çıkmak ki, O’nu ve sevenlerini en az mecburen futbolu bırakması kadar üzen bir sahne alıştı bu. Zira sakatlığı o kadar kötüydü ki, jübile maçında bile oynamasına izin vermemişti!

Her zaman klasik kırmızı-siyah forması ile koştuğu tribünlere jübilesini yaptığı o gün , kot pantalon ve ceketle koşuyordu büyük golcü. İki elini havaya kaldırıp başını öne eğişi, sonra 88’deki o kendisi gibi efsane olan golünden sonra gülerek kaldırdığı sağ elini bu sefer gözleri dolu dolu kaldırıp **Milanisti’yi selamlaması yürek paralayıcı idi.

Teşekkürler Marco, yaşattığın güzellikler için, teşekkürler hatıraların için.

* İtalyan liginde şampiyonluk ünvanına verilen ad.
**AC Milan taraftarlarına verilen ad.

Bu arada bir özel teşekkür de yazarlarımızdan sevgili Besim Hatinoğlu’na, bu büyük golcünün Milan forması ile attığı 100 golü ve o Marco ile beraber bizlerin de gözlerini yaşartan vedanın yer aldığı cd yi temin ettiği için. Buradan hareketle büyük golcünün bir kaç istatistiğini daha eklemek istiyorum yazının son bölümüne.

Marco van Basten;

- 92,3 lük gol yüzdesine sahip olduğu penaltı atışlarının büyük bir kısmını kalecilerin sağına bırakmıştır.

- Serie-A’daki ilk ve son golünü aynı kaleciye atması kalecinin talihsizliği mi yoksa talihi mi ? Bunu Alessandro Nista’ya sormak gerek sanırım. İlk golü 1987 de Pisa’da oynarken son golü de 1993’te Ancona’da oynarken büyük golcüden yiyerek tarihe geçmiştir bu şekilde.

- 23 Avrupa maçında 18 gol atarak Milan kulüp rekorunu kırmıştır.

- 2003-2004 sezonu için Ajax genç takımının başına getirilen efsane golcü 29 Temmuz 2004 tarihinde Hollanda milli takımının teknik direktörlüğüne getirildi.

Malumunuz 2006 Almanya elemelerinde takımı çok iyi gidiyor.
Umarız bir gün ‘Milanisti’yi Carlo Ancelotti’den kurtarıp, Milan adına futbolcuyken kaldırdığı sayısız kupayı, bu sefer teknik direktör olarak kaldırır.


2 Kasım 2008 Pazar

avrupada birden fazla takım tutmak



insanın her limanda bir sevgilisi olması gibi bir şeydir avrupada birden fazla takıma sempati beslemek!

ama futbolu seviyorsanız ve de henüz cenk koray’lı tele pazar’da tr lig maçları onar dakikalık bölümler halinde yayımlanmaz iken önceleri çarşamba gecelerinizi süsleyen avrupa kupası maçları ile sonrasında perşembeleri trt 2 de ve genelde levent özçelik zaman zamanda ercan taner önderliğinde ağırlıklı olarak premier lig maçlarının yer aldığı avrupadan futbol özetleri ile kanınıza iyice yerleşen virüs! başlıktaki olguyu kaçınılmaz kılıyor…

virüs’ün bünyede etkin olduğu ülke ve takımlara kısaca göz atarsak;

italya’nın seri – a’ sında ; aslına bakarsanız bariz şekilde gönlümü fetheden bir kulüp yok. zira gök-mavililer başlı başına bi sevda masalı benim için. 82 dünya kupasının başlamasına az bir zaman kala mahalledeki ukela ve “şukela” abiler ısrarla brasil ve beyaz pele (zico) derken o gün gazetedeki haberden etkilenen kısa pantolonlu ben inatla paolo rossi ve italya diyorum. bir de dino zoff var tabi bu sevdanın şekillenmesine tesir eden. neyse paragrafı uzatmadan sadede uzanalım biz. illa ki kulüp takımı derseniz , rossi, schillaci, roberto baggio nedeniyle en çok da renklerinden ötürü siyah-beyaz juve derim diğer italyanlara karşı hep. ha bir de efsane'den oturu siyah-kirmizili ac milan.

almanya’nın bundesliga’sında ise, klasik sarı siyah forma ve muhteşem akustikli westfalen stadı ile tabi ki 97 şampiyonlar ligi şampiyonluğu ve riedle’li andreas moller ’li kadrosu ile borussia dortmund önem arzeder benim için. şu sıralar mali bir kriz yaşasalarda yine de ne bayern ne werder , dortmund aşkı ile inliyor bünyeler!

ingiltere’nin premier liginde ise, yukarıda saydığımız trt-2 menşeli avrupadan futbol yön veriyor “premier lig sempatiğimize.” evet ada’da sempatinin adı ; tottenham hostpur. ingilizlerin haylaz çocuğu paul gasgoine ’nin “trt-2 şenliklerinde” seyrettiğim derby county ’li unutulmaz milli kaleci peter shilton ’ı hemen hemen aynı yerden ve aynı kalenin bir sağına bir de soluna attığı frikikle avlaması hala gözümün önünde. yine ispanyol nayim ’in günümüz futbolunda sıkça rastlanılan hem hamal hem teknik futbolcu tiplemesine uygun futbolunu hatırlamakta zor degil. keza gary lineker’i.

ve son olarak ispanya’nın la liga ’sı var sırada…
yine avrupa kupası maçlarının olduğu bir gece. 5-1’lik mönchengladbach mağlubiyetinin rövanşında bernebau’da santilliana ’lı kadrosu ile 4-0 lık tarih yazan ve yine emilio butragueno, kaleci francisco buyo, michel, paco ve julio lorente kardeşlerle gönlümüzde taht kuran eflatun beyazlılar…ki julio şu an real’in rakibini hatırlayamadığım bir avrupa kupası mücadelesinde sağ kolu çıktığı halde maça devam ederek gönüllerde ayrıca yer edinmiştir.

evet o can alıcı soruyu duyar gibiyim, listedeki iki takımdan biri karşılaştığında ne olacak..?
tıpkı bu akşam oldugu gibi… assolisti o yüzden en sona sakladım…avrupa’da vazgeçilmezim beyaz şimşekler…
forza real madrid…

09.03.2005...istanbul

foto : football-wallpapers

anılar


Eminim sizlerinde benzer bir çok anısı mevcuttur belleklerinizde…Ve yine eminim ki her futbolseverin, renklerine gönül verdiği takımın taraftarı olmaya karar verdiği an ve kendince o anı resmileştirdiği deyim yerindeyse “taraftarlık mazbatasını” aldığı zaman çok özel ve belkide benimkisi gibi ilginç olmuştur.

Ne sınıftaki ezici F.Bahçe ve G.Saray üstünlüğüne karşı bir isyan, ne mahallenin en iyi top oynayan abisinin tuttuğu ve tutmamı istediği takımı tutma ne de hediye edilen bir forma sebebiyledir benim Beşiktaşlı olmam. Sadece Rahmetli Babamın bir sözü ile. Evet sadece bir kelime ile.

Henüz İlkokul sıralarını aşındırırken, neden sorduğumu bilmiyorum ama soruyorum işte. (Herhalde bazı sosyologların taraftarlıkla ilgili tanımlarında çokça kullandığı bir yere, bir kültüre ait olma dürtüsünden olsa gerek!)

- Baba sen hangi takımı tutuyorsun ?
- Beşiktaş
- Peki o zaman bende Beşiktaş ı tutuyorum.
Evet hepsi bu kadar.

Tam da o yaşlardaki her erkek çocuğunun olduğu gibi benimde idolüm babamdı ve dolayısı ile fazla sorguya suale gerek yok, koskoca adam yanlış düşünecek değildi ya, bir bildiği vardır elbet dedik çocuk aklımızla ve o gün bugündür Beşiktaşlıyım…

O günkü kararımda yanılmadığımı yine o günlerde bir türlü anlayamadığım, sevgili kardeşlerimle giriştiğim her kavga seansında (Ona neydi ki kardeş kardeş kapışıyorduk işte(!) üstlendiği Barış adamı rolünde, kavga ve şiddetten uzak durmamızı öğütleyen sözlerinde ve daha sonraları bizzat tanık olduğum ve maalesef şimdilerde bayağı bir aşınmış olan Beşiktaş kültürü ile özdeşleştirdiğim DÜRÜST, İLKELİ ve de MÜTEVAZI yaşamında anladım. Asla fanatik olmayan ve o müthiş zekası ile yaptığı esprilerle kendisini hayran bıraktığı diğer takım taraftarları ile meşin yuvarlak yüzünden bir gün olsun tartışmaya girdiğine şahit olmadım. Öyle ki, abartısız mahallemizde yediden yetmişe Beşiktaşlısı, F.Bahçelisi, G.Saraylısı, Trabzonlusu, A.Güçlüsü, Sakaryalısı herkesin ama herkesin sevgilisi olmuştu.

Elbette ki, lafta kalmayacaktı Beşiktaşlılık… En kısa zamanda o tarihi İnönü Stadının havası teneffüs edilmeliydi ve bunun içinde memleketimiz olan şehrin takımıyla (Samsunspor) o hafta sonu oynanacak maç idealdi.

Yine bizim gibi Beşiktaşlı olan hemşehrimiz Yakup Amca ve ben yaşlarındaki oğlu Şerif ile beraber düştük yollara. 30 yaşın üstündekilerin hatırlayabileceğini tahmin ettiğim, en arkasında bir biletçinin oturduğu ve arkadan binilen o garip İETT otobüsleriyle Taksim’e gelişimizi oradan Dolmabahçe ye salınıp, yanık köfte kokuları arasında stada girdiğimizi hatırlıyorum hayal meyal. Yalnız bir tuhaflık vardı ve içinde bulunduğumuz topluluk BJK yerine Samsun diye bağırıyordu… Herhalde Rahmetli Babamın ve Yakup amcanın hemşehrilik damarlarının kabardığı bir ana denk geldik ya da bir yalnışlık veya yer darlığı bilemiyorum. Ama bildiğim İnönü’nün şimdiki Yeni Açığının neredeyse yarısının Samsunspor taraftarlarınca doldurulduğu ve bunların arasında iki Beşiktaşlının olduğu. (Ben ve Şerif)

Şimdinin deplasmana gelen takım taraftarlarına yer verilmediği veya çok az yer verildiğini düşününce klasik olacak ama- NEREDE O ESKİ GÜNLER demeden de edemiyor insan.

Neyse biz maça dönelim, maçın başında penaltıdan gelen Paunoviç golüyle biz kendimizden geçip Beşiktaş çığlıkları atarken, ” Bağırmayın ulen” tarzında bir sesle irkilip arkamıza döndüğümüzde 18-20 yaşlarında bir abinin bize sinirli bir şekilde bakışıyla, babamın “onlar daha çocuk ” demesini ve o abinin bu söz sonunda başını öne eğip mahcup bir şekilde yerine oturmasını aynı dakika içinde yaşıyorduk, iki rakip kalede aynı anda yaşanan gol pozisyonu gibi.

Şimdiki zamanın tribünlerinde kahramanları çocuk dahi olsa benzer bir enstantanenin neler getireceğini düşünmek bile istemiyor insan.
Biz yine maçımıza dönelim, ilk yarı 1-0 Beşiktaş ın galibiyeti ile sona eriyordu. ikinci yarıda ise rakip takım taraftarlarının ismi nedeniyle dalga geçtiği Şaban ve ilk golün sahibi Paunoviç ile iki gol daha bulan Beşiktaş bu ilk futbol maceramızın keyifli bir hal almasını sağlıyordu.
Neşe içinde evimize dönerken babalarımızdan başka bir maça gelmek üzere şartlı bir söz almayı da ihmal etmiyorduk.
Şart mı ?
Bir sonraki maçı Beşiktaş tribünlerinden izlemek!

Yukarıda aktarmaya çalıştığım ve hiç unutmadığım ölene kadarda unutmayacağım “Beşiktaş ve Futbol” ortak paydalı ilk anımdı babamla paylaştığım…

Ve yine unutamayacağım sonuncusunu ise 04,08,2001 tarihinde acil olarak kaldırıldığı Haydarpaşa Numune hastanesinde yaşadım..

O gün Şifo Mehmet’in meşhur Jübilesi vardı hani gelirini Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfına bağışladığı…Daum’un Beşiktaş’ı ile Fatih Terim’in Milan'ının karşılaştığı maç..

Pek mecalinin kalmadığı ve çok az kendinde olduğu o halde “maç ne oldu” diye sordu bizlere.. Görevlilerden öğrendiğimiz 2-1 lik galibiyet skorunu kendisine ilettiğimizde o an son kez göreceğimizi bilmediğimiz bir tebessüm yayıldı yüzüne…

Ruhun şad olsun Sevgili babacığım..

foto : besiktasforum.net

başlama vuruşu



aslında ne zamandır beynimin arka planında dönüp duruyordu. "bir futbol blogu açsam ne de güzel olur" düriyemin güğümleri kalaylı fistan giymiş etekleri alaylı diye düşünür dururdum. ama işte malum, türke mazeret çok. saha çamurdu, hakem kötüydü, işler yoğun, istanbul trafiği deli ediyor insanı, zamlar, sansürler falan derkeennnn.....

bi gün yine böyle maç ediyoruz halı sahada arkadaşlarla, gençlerle.

- ya vanbastın abi sen kendine bi blog yapsana dedi çocuklar. senede iki bin bilemedin bin post yayınlarsın sendeki bu tecrübe , bu hikayeler bizde olsa coriyera della sporta bile yazardık dediler.

-vallaha mı dedim

ve şimdi burdayım....

ayıptır söylemesi elimiz az buçuk kalem tutar, futbol konusunda da vakti zamanında ekşi sözlük ve verkac.org da gevezeliklerimiz de oldu. dolayısı ile zaman zaman sözkonusu sitelerdeki yazılarımdan alıntı yapacağımdır. lütfen alıcılarınızın ayarları ile oynamayın bu yüzden.

evet.
maçımız başlasın o hal. centilmence geçsin , iyi oynayan kazansın.

ha unutmadan...

beşte devre onda biter...


fotoğraf : silifke.meb.gov.tr