10 Ekim 2010 Pazar

kelebek etkisi-3


paunoviç o zaman var mıydı açıkçası net hatırlamıyorum. dolayısı ile ilk golü kimin, nasıl attığını da. o güne dair hatırladıklarım; benden olsa olsa 5-6 yaş büyük bir abinin, abi dediysem 16-17 lik bir ergen işte. iki elinin ayasını şaplatarak beşinci olduk adamım demesi yanındaki diğer ergene maç çıkışı. maç karşılıklı ataklarla en çok da beşiktaş'ın atakları ile geçiyordu. ne de olsa seyirci ve saha avantajı bizdeydi. inönüdeydik ama hala hatırlamıyorum ilk golü ve kimin attığını. ama rakip kırmızı-lacivertli zonguldakspordu. inönü stadının şimdiki yeni açığındayız. bize göre sağ kanattan yani numaralının önünden gelişen atakta ceza sahası dışından gelişine çok sert vurdu zonguldaklı futbolcu. rasim kara uzandı ama uzak köşeden ağlarla buluştu top. biz üzüldük az sayıdaki zonguldaklı vatandaşımız sevindi. sanırım 3-4 defa da zonguldak zonguldak diye bağırdılar. ilk golü hala hatırlamıyorum ama yediğimiz bu gol sanırım altmışlı dakikalarda geldi. hala gözümün önünde. canlandırmak isteyenler için; böyle bir golü 94-95 daum şampiyonluğumuzda mutlu topçu atmıştı. ama kime hatırlamıyorum. 3-0 lık bir maçtı ama antep olabilir mi. bakmak lazım. ya da ümit karan'ın ters taraftan sağ ayakla göztepe'ye attığı gol vardı hani izmir'de. spikerin abartıp ümiti van basten yaptığı gol. daha uzağı için f.bahçeli kayhan'ın bursaya attığı bir gol vardı çok uzaklardan. öyle güzel bir gol işte. yakın zamanda böyle gol hatırlamıyorum maalesef.
neyse.. 1-1 oldu maç bu golle.... şuursuz bir baskı oldu. sanırım böyle bitecek diye üzülüyorduk. o zaman iki puanlı sistem vardı ama beraberlik şimdiki gibi sevindirmiyordu. puanlar almamız gerekti kendi saha ve seyircimiz önünde. ligin son maçıydı üstelik.
sonra dakika seksen altı. bunu da net hatırlıyorum. ceza sahasında bir karambolde serdar bali, topu ayağının ucu ile sadece dürttü deniz tarafındaki kaleye ve gol. 2-1 herkes ayakta ve havadaydı. sanki şampiyonluk golü gelmişti.
zongukdaksporda iyiydi o sene. hani nerdeyse başaltı takımıydı. belki de ondan çok sevindik.
sonuçta abinin deyimiyle beşinciydik!

foto : pusulagazetesi.com.tr

18 Eylül 2010 Cumartesi

1996 eylül 14 f.bahçe-beşiktaş : 0-1


az önce şairler parkında dejavu niyetine nostalji yaptım. kesmedi buradan devam edeyim istedim. malum yarın derbi var kadıköyde. tıpkı ondört sene önce olduğu gibi. her iki takım da ünvan maçına çıkan boksörler gibi hazırlanıyor diye tahmin ediyorum. en azından biz taraftarlar için böyle.
peki niye ondört seneki önceki bu maç?
çünkü yine eylül. çünkü yine kadıköy. çünkü teknik direktörler yine yeni. biri yabancı diğeri yerli. çünkü yine beşinci hafta. çünkü yine az sayıda da olsa yerli ve yabancı yıldızlar etki edecek derbiye. uzatmayalım.
papazın çayırına dizildiğinde her iki takım. bilet değil de davetiye ile zar zor atmıştık fenerli arkadaşımla tribüne kendimizi. takım gibi ben de deplasmandayım. düşünün bir taraftarın rakip takım taraftarı arasında kendi takımının maçını izlediğini... ki artı doksanda golün geldiğini...
neyse.
f.bahçe seyircisinin de itmesiyle baskılı başlıyor maça. rasim kara'nın talebeleri önce durdur sonra vur mantığı ile çıkmış gibi. f.bahçe'nin önceki sene şampiyonlukta pay sahibi ve çok konuşulan "baklavası" yine sahada. rüştü-uche-högh-kemalettin. beşiktaşımıza fazla pozisyon vermiyorlar. boliç'le okocha ile yükleniyorlar daha çok. ama saman alevi gibi onlar da. saffet sancaklı bir taraftarın deyimi ile adeta geziyor sahada. "bay asker selamı" bülent ise sadece orta sahada yaptığı fantastik bir hareketle yer ediyor beynimize. . beşiktaş ise rolantide, motoru zorlamıyor. avını kollayan bir kartal gibi sessiz ve derinden gidiyor. o kadar sessiz ki amokachi'yi bile unutuyorlar sol şeritte. oysa niyeryalı hazır kıta bekliyor ama ne sergen ne şifo oralı olmuyor. sanki daha kaynaşamamışlar. ya da bu siyah incinin neler yapabileceğinden habersizler daha. sergen şifo ile yan yana ertuğrul forvette çok etkili değiller ama. bir iki cılız şut var ilk ve hatta ikinci yarıda hatırda kalan beşiktaş adına.
lakin keçiboynuzu tadında giden maç finalde canlanıyor. yanılmıyorsam bir kontra atakta baklavacı kemalettin ertuğrul'u durduramıyor arkadan kasıtlı basıyor tekmeyi hakem avantaja bırakıyor bu sefer de ön tarafta başka bir fenerli oyuncu faulu yapıyor yayın önünde.
beşiktaş tribünlerinin meşaleleri hazırladığını hissettim. tabi ki her beşiktaşlı gibi golü de. kaleyi cepheden gören bir yerdi, evet. en iyi sergen görürdü zaten. yanımdaki fenerbahçeliler de hissetmişti golü sanki. "şimdi boku yedik" diyordu bir tanesi. sergen'in 42 numaralı pabucu meşin yuvarlakla, meşin yuvarlaksa süzülerek havada önce rüzgarla sonra filelerle buluştuğunda aslında hiç de fena bir hamle yapmayan rüştü'nün çabasının nafile olduğu anlaşılmıştı. çünkü tarih yazılmıştı bi kere. hemen sağımdaki az sayıdaki renkdaşlarıma döndüm. deplasman tribünü yanıyordu bense o grubun içinde olamadığıma. sonra aynı tribün önünde yumak olan futbolcularımızı hatırlıyorum. müthiş sevinç ve keyif hakimdi. bulunduğum tribünde ise öfke ve f.bahçe tribünlerinin değişmeyen sloganı; "ali şen başkan f.bahçe şampiyon"....
unutulmaz bir maçtı. ve de tarihi.
şimdi o maçın kahramanları rüştü bizde, sergen ntv'de. ali şen bodrumda!
nerden nereye...

foto : milliyet.arşiv

11 Eylül 2010 Cumartesi

ricardo


ilginç bir maç oluyor inönüde. ilk yarı sonunda 1-0 önde beşiktaş ama 2-3- 4 de olabilir her an a.gücü beraberliği de yakalayabilir. ama şu bir gerçek ki -her ne kadar ilk geldiğinde bireyselliğine dudak da büksem- quaresmasız beşiktaş susamsız simite benziyor.

2 Eylül 2010 Perşembe

trabzonlu beşiktaşlılar!



bizim olduğu gibi medyanın da kafası epey karıştı transferin son günlerinde. robinho, keane, cruz, adebayor,grafite, klose, rodrigo vs vs. sonunda flaş haber! fatih tekke beşiktaşta.
kimilerine göre beşiktaş cephesinde (çoğunluk) son günde dağ fare doğurdu. kimilerine göre ise (azınlık) durdu durdu turnayı gözünden vurdu....

transferi duyunca biri iyi biri kötü iki mevzu düştü aklıma.

önce kötüsü;
vakti zamanındaki f.bahçe'nin tümer metin hatta tanju çolak ve hatta oktay derelioğlu
beşiktaş'ın okan buruk, ali güneş, g.saray'ın hasan vezir gibi yeni takımlarına pek bir şey katamadıklarının örneği "büyük eskisi" bir kaç transfer.

iyisi ise;
bugüne kadar trabzondan yaptığımız transferlerden hiç boş çıkmamış olması.( şimdi ismini hatırlamadığım yarım sezonluk polonyalı futbolcuyu saymıyorum elbet)

mehmet ekşi, necdet ergün, ali kemal denizci (her ne kadar fb üzerinden bize gelse de aslen ve her daim trabzonsporludur tıpkı fatih tekke gibi!), serdar bali ve nihayet oktay derelioğlu uzun yıllar ve başarı ile temsil etmişlerdir siyah-beyazlı formamızı...

bir aşağıda belirttiğimiz gibi futbol elbette matematik değildir.
yukarıdaki her iki durumunda olma olasığı var. fifti fifti yani.
gönlüm ve umudum iki numaralı seçenekten yana.
bakalım kısfmet!

29 Ağustos 2010 Pazar

nerden nereye


şimdi peşinen söyleyim çok fazla futbol maçı izlerim, severim de evet. hatta amatör olaraktan toprak ve halısaha tecrübelerim de olmuştur. lakin ben bu işi biliyorum diye ahkam kesemem, analitiğinden fiziğinden hiç anlamam. sadece kıt bilgilerimle futbol matematik değildir diyebilirim. bunu herkes der zaten. malumunuz bir istikrar, bir devamlılık nasıl söyleyim bir kesinlik yoktur futbol denen oyunda. sonucu bile ihtimalli olan birşeyden bahsediyoruz sonuçta di mi?

efendim şunu demek istiyorum. matematik değil belki futbol ama bazı takımlarda oyuncular hocalar hatta başkanlar değişse de klüp sanki kendi kültürünü geleneğini oluşturuyor ve o gelenek yıllar boyu sürebiliyor.

şimdi katılırsınız katılmazsınız (uefa kupasını hesaba katmadan söylüyorum) bir iki sene ve özellikle bu sene tökezlese de türkiyenin avrupadaki en başarılı, en avrupai oynayanı hangi takım deseniz. g.saray cevabına büyük çoğunluk dudak bükmez sanırım. özellikle derwallden sonra devrim oldu takımda. adamlar bir başka oynadılar senelerce. ama sanki o miras, o kültür (sebep ne olursa olsun kadro, hoca, başkan, yönetici,hava,civa ,su bilemem ben...) son demlerini yaşıyor bugünlerde. can çekişiyor gibi. bülent korkmaz direktörlüğünde bile var olan iştah heyecan sanki iki senedir yok gibi. burası böyle....

sonra bi de g.birliği mevzuu var. rahmetli babam; gordon milne döneminde beşiktaş türkiye ligini, kupasını kasıp kavururken bile " şu g.birliği kadar pas yapıp güzel futbol oynayamıyoruz" derdi. haklıydı da. sağdan rıza şişirir, soldan da walsh'un tipik ingiliz uzun toplarıyla sonuca giderdik. hayır bu küçümsemek değil onca başarıyı. nasıl anlatayım şimdi herkesin dilinde pelesenk olan ispanya barca tarzı, bol paslı çok varyasyonlu göze hoş gelen spektaküler hareketli futbolu bir g.saray bir de g.birliği oynadı uzun zaman sponsorsuz süper ligimizde kanımca. evet bir de babamca!
çok izleyemesem de son yıllarda sanki ilhan cavcav işi biraz boşladı gibi ve o eski ısıran, bilinçli top oynayan alkaraklar yok yeşil sahalarda. tabi bunu son yıllardaki saha sonuçlarından ve izlediğim bazı maçları ışığında söylüyorum. yoksa yanılıyor da olabilirim.
anlatmak istediğim, bir kültür, bir gelenek meselesiydi bu istikrardan çok.
g.birliği ve g.saray ya duraklama dönemi geçiriyorlar. ya da tamamen başka bir cumhuriyete yelken açacaklar. zaman....

beşiktaşa gelince gordondan sonra daumlar, scalalar, tiganalar, e.sağlamlar zamanında da bir kaç maç haricinde hep yavan, hep keçi boynuzu tadında futbol oynadık. türkçesi beşiktaşın bir futbol kültürü oluşmadı. belki biraz tigana ve del bosque uğraştı bu uğurda onların da zamanı yetmedi!
sanki "şuster"le bir şeyler değişecek gibi bu sene...

ama bu kadar karın ve baş ağrıttıktan sonra asıl gelmek istediğim konu bu da değil. değişmesini istediğim ve şu an yürekten dilediğim "son dakika forvet transferi kültürümüz".
transferde son üç gün ve biz yine golcü arıyoruz.
yıllardır süregelen ve artık gelenek halini alan bu alışkanlıkla transferleri (hatta şurda zamanında değindiğim gibi golcü transferlerini) hep sona bırakan beşiktaş ferdi dışında turnayı gözünden vuramadı.
umarım takımın oyun anlayışı ile birlikte bu son dakika futbolcu ve bilhassa golcü transferi basiretsizliği yapılacak başarlı bir nokta transferle tarihe gömülür bu sezon. ve biz de her sene olduğu gibi hangi yabancı gidecek, yerine kim gelecek totosu oynamak zorunda kalmayız.
umarım.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

maziye bir bakıver


kolay gibi gözükse de aksayan yanlarıyla beşiktaşımız yeni adı ve şekliyle uefa avrupa ligine kalmayı başardı. ve geçmişte hiç hoş anılarının olmadığı iki takımla buluşevirdi. bunlardan en tatsız anıya sahip olduğu ama aynı zamanda şimdi sofya ekibiyle en zayıf olanı rapid wien ki 84-85 de beşiktaşla başladığı kupa galipleri yolculuğunu everton finaliyle taçlandırmış ama kupaya uzanamamış bir viyanalı. iş bu yazı da 26 yıl önceki bu eşleşmeyi biraz eşelemek amacıyla kaleme alınmıştır.

bir sonbahar akşamı dayandı karakartallar viyana kapısına. başında tarifeli sefer yapan vapur gibi bir fener-bir beşiktaş-tekrar fener yapacak olan branko stankoviç. o stankoviç ki 84-85 de averajla fenere kaptırdığı şampiyonluğu bir sene sonra yine averajla g.saray'ın elinden alacak olan yugoslav direktör.
karşısında ise yıllar sonra f.bahçeyi çalıştıracak otto bariç. futbol çok garip hayatta öyle.

maça hızlı mı yoksa yavaş mı başladık bilemiyorum. küçüğüm daha o zaman. ama ilk golü biz attık sonradan mirsad güneş olup g.saray yolunu tutacak kovaçeviçle. maçın daha başı sayılır, 10'lu dakikalar.. o gün çok sevinmiştim o golü attığımıza ama uyuyan devi uyandırdığı için çok kızdım sonradan kova'ya! belki de en verimli sezonlarında bizi bırakıp g.saraya gittiği içindir. bilemiyorum.
sonuç; avrupada ilk golü atıp 4 gol yediğimiz maçların ilkiydi bu maç.(diğerleri için bkz. a.bilbao-Beşiktaş ve milan-beşiktaş)

italyanmış maçın hakemi. iki tane penaltı çaldı. yetmedi "genç rızayı" oyundan attı. kısaca biraz da bu akdenizli bizi harcadı. hem hakem çalar da panenka atmaz mı. 2 penaltısına bir gol daha ekleyerek üç gol attı bize penaltı kralı. sonra bir gol daha atıp gecemizi iyice kararttılar: 1-4. hem yenilmiş hem ezilmiştik. ama bunun rövanşı vardı elbet. lakin rövanşta bu ağır yenilgiyi çıkaracak ne moral ne de gücümüz vardı. 1-1 le rapid'in final vizesini ilk veren biz oluyorduk seksendört sonbaharında. böylece yenildik ama ezilmedik muhabbetinin yapıldığı o yıllarda umutlarımız sonraki yıllara devrediyordu loto misali.

foto : milliyet.com.tr

3 Temmuz 2010 Cumartesi

ispanya'ya messi gerek messi


maradona mourinho'yu aradı mı bilmiyorum ama vatandaşı paraguay direktörü aramış gibi çok etkili bir taktikle sahadaydı ilk yarıda. ispanya'nın elini ayağını bağladı. bağlamakla kalmadı kör düğüm yaptı.
ahanda işte tam bu sıkışık anlarda fikrim geldi. ispanya'da messi olsa ispanya paraguayı rahat çözerdi.
evet olacak iş değil elbet ama fifa dese ki ; sadece yarı finale kalan takımlar elenen takımlardan istediği bir oyuncuyu JOKER olarak takımına alabilir. böylece biz de erken veda eden yıldızları sonuna kadar izlesek fena mı olur?

misal messi ispanya'da, kaka hollanda'da, gerard ya da lampard uruguay'da, cannavaro almanya'da devam etse hoş olmaz mıydı?

kazanan dustin hoffman ama


devşirme arjantin-brazil final tahmininde artizlik yapıp al pacino mu de niro'mu derken bizim artizler nal toplayıp hoffman aradan dört boy farkla sıyrıldı gidiyor. lakin bir level ötede javier bardeme takılacak gibi geliyor o da.
işin aslı bu devşirme final sahnesine pek inanmasam da güney amerikalıların bu kadar erken dahası bu kadar kolay havlu atacaklarını tahmin etmemiştim.
üstelik meksika maçında mavi-beyazın altına hoş durmayan beyaz şort yerine klasik siyah şortla çıkmışlar bugün tangocular. ama yunanistan maçında hayran kaldığım veron onbirde yine yoktu. testi kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur elbet. veron niye yoktu aguero oynasa farklı olur muydu maradona mourinho'yu aradı mı, teyzemin sakalı olsaydı papaz pilav yer miydi vesaire.....
son tahlilde messisi ile maradonası ile kara afrika'ya renk kattı gönlümün ikinci mavileri.

82 ispanya'ya maradona sayesinde büyük ümitlerle gelip yine brezilya maçında kızaran maradona başta olmak üzere büyük hayal kırıklığı ile çeyrek finalde elenen arjantin bu sefer maradona ve veliahtı messi ile yine ümitli geldi afrikaya. iyi de gidiyordu. lakin yine çeyrek finalde elendiler.
dolayısı ile 82'den 201'a 86'dan 2014'e küçük bir köprü...
şampiyon arjantin, messi de turnuvanın yıldızı olur diyorum şimdi.
evet.
italya mı?
gönlümün en birinci mavisi zaten hep favori...

26 Haziran 2010 Cumartesi

argentina mı al pacino mu?


diyorlar ki grup maçlarındaki hızlarıyla giderlerse arjantin ve brezilya ancak finalde karşılaşırlar.
argentina bir yanda brezilya öte yanda.
nasıl oldu bilmiyorum ama bu eşleşmeyi duyar duymaz.
aklıma hemen robert de niro mu al pacino mu denklemi geldi.
robert de niro demiştim belki de heat filminin etkisiyle denklemi ilk çözmeye çalıştığımda.
şimdi de hiç düşünmeden argentina diyorum azzurisiz kupada.
o kadar ki argentina ile robert de niroyu bu yanda al pacino ile brezilya'yı öte yanda tutuyorum.
saçma belki ama öyle.
ha niye argentina?
belki maradona belki messi belki eskilerden burruchaga, ardiles kempes falan.
sonra mavi beyaz çubuklu forma.
viva ve forza argentina.
öyle.

22 Haziran 2010 Salı

arjantin'in yılmaz vural'ı



o'nu önce sekseniki ispanya çeyrek finalinde brezilyalıyı tekmeleyip kızarırken gördük, sonra meksika 86'da"tanrının eli"yle solo yapıp, yüzlerce belçikalı ve ingilizi peşine takıp paff ve shilton'un canına okurken izledik 90 italya çeyrek finalinde caniggia'nın brezilya filelerini havalandırmasına öncülük ettiği asisti o unutmuştur ben hala unutmadım. keza aynı senenin haksız penaltılı finalindeki gözyaşlarını da o unutmamıştır.
saha kenarında ilk kez bu akşam bu kadar yakından izleyebildim.
yunanistan maçında yönetmen veron'un bazukalarını, yunan kalecinin kurtarışlarını kısa geçip maradonaya odaklandığı her vakit bi huylandım, bi çağrışım heyheyleri toplandı önce. ki daha sonra oyundan aldığı maxi rodrigezin yanağına bahşettiği buseyi de görünce yılmaz vural lan bu dedim.
türkiyenin barcelona'sını yöneten adamı örnek almış besbelli kendine. üç vakte kadar da sahada futbolcu kovalamaya başlarsa şaşırmam.
aha şimdi bir maçta üç penaltı kaçıran adam gol atınca birinin omzuna çıktı adamımız.
darısı önümüzdeki maçlara.
bakalım.

20 Haziran 2010 Pazar

bana italya'yı verseler

tek seçici lippi sen ol deseler;
ikibineuro'nun tackle kralları cannavaro ve nesta'yı son kez eşleştirirdim. en kreatif oyuncunun de rossi olduğu mavili gençlerin arasında asi, deli, fırlama totti'yi ne olursa olsa katardım. hatta ölene dek oyna lan derdim. bilmiyorum gündemden çok uzağım son inter olaylarından sonra sınır dışı falan mı ettiler herifi? ama şu mavilerde totti olmalı.
totti olmalı. hakeza pirlo. sakat mı ne dedi spiker maç arasında. herhalde paraguay maçında yedek kulubesinde nüksetti sakatlığı.
neyse kadrodan devam edelim. bi kere yaaa-kuinta soğuk bi isim ve adam. doğuştan akdenizli ve güleç yüzlü luca toni de olacak. bir iki gol atar el falan sallardı bize. hatta hatta yaşı ve başı kemale eren del piero abimiz de olurdu kadroda. ama içine yasin sülün kaçmış camoranesi asla ve kata. nasılsa bu kadro ve oyunla bi bok olmayacak belli. koca bi kırkbeşdakika bunları düşündüm.. bari son bi güzellik bi nostalji olurdu gider ayak.
yani en son şampiyon olduğumuz sekseniki grup maçlarında bu kadar dökülmüştük. üç beraberlikle gruptan çıkıp arjantin ve berezilya'yı pataklamıştık o ayrı. ama o zaman bile bir ümit bir rossi bir conti, tardelli, cabrini falan. lan bişiler olcak diyordun.
şimdi bi zambrotta bi de rossi. onlar da olmasa serie b'de ilk 10'a oynayan sıra takımı.
ıı ıhh olmamış lippi efendi.
denizli gibi bir önceki şampiyonluğun pastasından yiyorsun hala. hatta bizim beşiktaş gibi ilk golü yemeden rahat etmiyorsun. önce ye sonra çıkarcam diye uğraş dur.
bu maçı ıkına sıkına alırsın bi beraberlik de holosko ve arkadaşlarından. ve muhtemelen ve korkarım ki ikinci turda portakallar euroikibinin hıncını kötü çıkaracaklar bizden.
lakin işte yine de. umut fakirin ekmeği.
pirlo-gattuso ve di natale ile belki bir şeyler olabilir diyorum.
hayırlısı.

18 Haziran 2010 Cuma

uykudan önce cezayir ingiliz faslı


yavan bir maç oluyor an itibariyle. ilk yarının uzatmalarında uyumuş olurum herhal. uyumadan bu yavan ama ilginç maça bir iki barnak basayım. tam şimdi bir şey olacak derken hiç birşeyin olmadığı ama böyle çok pozisyonun olduğu bir maç. cezayir sıfır puanına güvenip saldırıyor yahut atak oynamaya çalışıyor da kapellonun ingilteresi neyine güvenip bastırmıyor bilmiyorum.
sonra levent özçelik ikibin uefa kupa finalindeki "anri" telaffuzundan sonra yeni telaffuzlar kazandırıyor futbol haznemize. keyiflen izliyoruz. misal belhad diye belledik ilk maçta cezayirin acar sol bekini şimdi belheç diyoruz sayesinde. yahya ve kadir'i duyunca zaten taraftarı olduğumuz cezayir'i daha bir sahipleniyoruz. ama ingilizler cezayir tarafgiri olmama rağmen benim bile ağzımı yüreğime getiren geri pasları sabıkalı devid ceysme atmaktan hiç imtina etmiyorlar. aha yazıyorum buraya bu paslar iş açacak kapello amcanın başına. ve sanki ikinci yarı gol atan kazanacak gibi maçı.
ama sıkıcı işte.

13 Haziran 2010 Pazar

karabiberim


cezayir slovenya devre arasında aklıma takılan üç beş şeyi yazayım, yazarken de müzik tıngırdasın istedim tivibu'da ayıptır söylemesi. serdar ortaç çıktı karşıma. şarkı, devresi henüz biten maçtan daha hareketli ve daha çok şey vaad ediyordu inan.
cuma gecesi uyutan sıfır sıfırlık uruguay-fransa maçında mülayim olup uyku halini maça değil de günün yorgunluğuna bağladık ama sabahtan beri klimayı otuzüç ayakucuma gazetenin bilimum eklerini de gözüme gözüme çevirdiğim şu sıcak haziran pazarında bastıran uykuyu maça bağlayacağım, kaçarı yok arkadaş.

aslında maçtan önce hani daha onbeşgün önce türkiye beşinci büyüğünü çıkarmışken malum daha önce şampiyon olmuş böyük favorilerden ve hatta hiç şampiyon olamamış ama son 20-30 yılda katıldıkları dünya kupalarında hep favori gösterilmiş ispanya ve hollanda dışında bir süpriz olabilir mi diye aklımdan geçirmekteydim. ilk onbeş dakikada havamı aldım. tabi izleyemediğimiz bir gana olsun sırbistan olsun, bir fildişi sahilleri olsun, italya doksanın süprizi kamerun olsun, ne biliyim gökhanlı swiçre olsun. olsun yani. zaten ıslağım boğazın ortasında.... şampiyon olsun onlardan biri.

bu sürpriz şampiyon işine iyice sardırıp geçmiş şampiyonlara baktım da ilginç şeyler gördüm. elbette ki kupa ve futbol kurtları çoktan çözmüştür ve belki gazete tvler çarşaf çarşaf yazmışlardır lakin benim yeni dikkatimi çekti.
bugune kadar ki şampiyonlardan fransa dahil her horoz kendi çöplüğünde (kıtasında) ötmüş.
bizim azzuriler de biri kendi ülkesinde olmak üzere hep avrupa kıtasında, arjantin , uruguay hakeza brezilya (japonya-g.kore ve isveç hariç) hep amerika kıtasında ötmüşler. almanya yine avrupa'da. ingiltere de bir kez evinde ötmüş.

istiyorum ki 2010 afrika'da, g.afrika değil ama misal bir güney kore bir slovakya, bir cezayir, yahut bir fil dişi, bir şili, kamerun, japonya falan şampiyon olsun. cümbüş olsun. haa tabi ki italya olsun en başta şampiyon o ayrı. şayet olmayacaksa gönlümün mavileri, üstte saydıklarım olsun.
yeass..
çalsın şimdi vuvuzelalar...
.

6 Haziran 2010 Pazar

worldcup2010 and forza azzurri


yine yeniden bir dünya kupası daha kapıda.
çok aşağılarda bir yerde yazmıştım. ilk dünya kupam, paolo rossiler, dino zofflar sayesinde ve tabi ki italya ile başladı. şampiyon bitirmiştik o yıl hiç beklenmedik şekilde. hatta grup maçlarında döküldüğümüz halde. dile kolay yirmisekiz sene geçmiş o günden bugune. aslında bazı şeyler değişiyor görünürken değişmiyor hiç bir şey. eyçdi tiviler, üçge telefonlar hayatımıza girdi kasetlerin yerini cidler, empeüçler aldı falan da amerika yine emperyalist, israil yine katil, ezenler, ezilenler, lobiler,fobiler vs....
neyse...
yirmisekiz önce 82 ispanya için mahalledeki abilerin yarısı brezilya derken diğer çoğunluk arjantin bir ksıım azınlık ise alamanya diyordu. bir tek ben italya diyordum. o da içimden..
değişen bir şey yok bugün.... yine dost ve aile efradı hatta "beleş tiviye asist yapan vestelciler arjantin, brezilya, almanya diyorlar. ben yine italya diyorum. ama bu sefer sesli söylüyorum o günkü kadar inanmasam da şampiyonluğa. eouro 2000 ve almanya 2006'daki kadrodan daha zayıfız hiç kuşku yok. lakin yine de ne şartta olursa olsun bir turnuvada gök-mavi varsa her zaman favoridir. ve 34-38 deki dubleyi niye güney afrikada da tekrarlamayalım diyorum....
vurduğunuz gol olsun çocuklar.

buon fortuna...

16 Mayıs 2010 Pazar

ihahi adalet



tebrikler bursaspor.
tebrikler ertuğrul sağlam.

18 Nisan 2010 Pazar

marka değeri


pardon, kaç milyon dolardı?

turkcell süpper lig hiç bitmesin!

10 Nisan 2010 Cumartesi

önümüzdeki sezona bakıyoruz artık

trt müzik'de ebru gündeş nostaljisi yapılıyor an itibariyle. beşiktaş'ın geçen hafta başkentte çıktığı tamam mı devam mı maçından kalan çeyreği de bu akşam sıfırlaması sonucu bir iki yerde hala şampiyonluk hesapları yapıldığını görünce ebru gündeş'e eşlik etmeye başladım ben de.
demir attım yalnızlığa, bir hasret denizinde...

gordon zamanında ligi ve f.bahçeyi sürklase ederken hep, f.bahçeli arkadaşlarımız mahallemizin ve kahvemizin delisine rövanşta olmadı seneye görüşürüz derlerdi her daim. belki de futbol-takım sevgisinin istikrarındaki yegane güç bu umut helvasıydı. şimdi bakıyorum yine, sevgili arkadaşlarımız abaküs sayıyorlar. yarın bursa yenilir, haftaya f.bahçe'yi yeneriz, gs de gelecek deplasmanda nasılsa puan kaybeder arada bursayı yener, biz hep kazanırız, kırmızı kar yağar, matematiksel olarak oynamaya elverişli sahalarda rakibin sağından atar solundan geçer bu süratle el clasico'yu bile kazanırız.
ha yalan yok şimdi, sezonun ilk yarısında 12 puan geride kalıp sonradan yakalanan 8 maçlık serinin daha ilk çeyreğinde ben de heyecanladım tarih tekerrür edecek büyük mustafa ve ekibi yine tarih yazacak diye lakin sonradan anlaşıldı ki bu sene geçen sene değil. hem ağzımıza çalınan bal değil. üstelik reçel bile değil bildiğin kıtlama şekerdi. imdi gerçekçi olmak lazım. yarışın mesafesi kısalmış, takatin kalmamış hepsinden önce geçmen gereken birinci, ikinci ve üçüncü (muhtemelen yarın gs olacak) var önünde. topallıyorsun üstelik.
o yüzden önümüzdeki sezona, gelecek gidecek yerlilere yabancılara, transfer savaşlarına hazırlanmak, bakmak lazım. yaz uzun nasıl olsa.
bu arada hazır mustafa denizli ve yıldırım demirören yeniden el sıkıştığına göre gelecek sezonun tabata'sının kim olacağına dair bahislerin şimdiden açılmasında da hiç bir beis göremiyorum ben şahsen bizzat kendim.
adayım mı?
geleceği takım belli de hangi futbolcu olacağı konusunda henüz kararım netleşmedi.

foto : miliyet.com.tr

21 Mart 2010 Pazar

marlboro var kent var


gündüz oruç tutarlardı gece marlborosuna iddiaya girerlerdi avrupa kupası maçlarında. ilginç bir iddiaları vardı. o zaman malumunuz forma numaraları 1 den 16 ya kadardı. 12-16 arası yedek ilk beş numarada defans oyuncusu ve dolayısı ile gol şansları az olduğu için bir torbaya 5 ten 11 e numaralar konur. herkes bir numara çekerdi. akşamki maçta her iki takımından (hangisi olsa farketmez) çektiği numarası gol atanlar marlboroları ötekilerin yüzüne üfürürlerdi. bizim iddiamız ise futbolu sevmekti. teravihi hızlı kıldıran hocanın peşinden o geceki avrupa maçına yetişmek için giderdik. ertesi gün okulda, kupaya veda eden bayernli, juveli, liverpoolu arkadaşlara ziraat kupasında elenen ezeli rakip muamelesi yapardık. ya da tam tersi onlar bize. real madridi sevmiştim o zamanlar. bir de mark hughes'lu manu'yu. hani ben de bi terslik vardı kesin. millet tangocu arjantin olmadı sambacı berezilya derken sırf dino zoffla ilgili bir gazete küpürü yüzünden ille de gök mavi demiştim 82 dünya kupasında. keza barca ve you never walk alone liverpoolcularla kaynarken etrafım 1-5 'lik bir m.gladbach rövanşında sevmiştim r.madrid'i ve santillana'yı. taklacı hugo sanchez yoktu daha o zaman. kralın takımı, galacticos, milyarlık eşekler vesaire vesaire dediler kulak asmadım. hala seviyorum bu beyaz formalı adamları. camacho, michel, gordillo, valdano, butragueno, hugo sanchez, schuster, martin vazquez, julio ve paco lorente kardeşler, sanchis, hiero, prosinecki, baba ronaldo, zidane ve daha kimler kimler geldi geçti, geçiyor. bu sabah entivide 0-1 den 3-1 kazandıkları maçın gollerini gördüm de bazı şeyler kolay unutulmuyor ve vazgeçilmiyor.....

20 Mart 2010 Cumartesi

kelebek etkisi-2

bir aşağıda bugünkü ts-gs trt nostaljilerinden girdik ama çıkamadık. keyifliydi. deyim yerindeyse herkes vardı. küçük hamdi, hami, lemi hatta iskender bile vardı. özkan sümer keza. beri yanda ise erdal keser, prekazi, erhan önal, uğur tütüneker, tanju çolak, kosecki. dahası da var cizio, petranoviç, simoviç, jean marie paff, semih, martin olsen, braems, saftig ve mustafa denizli.

rüzgarın oğlu orhan çıkrıkçı fırtına gibiydi sol tarafta bir kaç asist bir kaç da gollük pas verdi. liberodanm devşirme küçük hamdi sağ bekten devşirme ali gültiken gibi tekniksiz ama fizik ve fırsatçılık gücüyle ağları sarstı bir kaç kez. hami mandıralı bildiğiniz gibi. bilmeyenler video paylaşım arşivelerinden görebilirler. anlatılmaz zira.
hasan vezir önce trabzon adına gs kalesinde gol kaçırdı sonra da gs forması ile trabzon ağlarına giden tanju golüne asist. küçük hamdinin bir golünde burhan altıntop çantalı ve takım elbiseli bir abi küçük hamdi ile çak yapınca köşe gönderinde güneşli bir kış günü yarı finalinde f.bahçe stadındaki madida golüne isyan edip sahaya giren aziz yılmazı hem de kahverengi paltosu ile anımsadım nedense. ts kaleicisi petranoviç'İ görünce lukovcan düştü aklıma. gs'nin favori olduğu bir maçta sakat omzu ve tek kolu ile devleştiğini ama aynı başarıyı beşiktaş maçlarında gösteremediğini hatırladım sonra da. gs karşısındaki 3-0 lık galibiyet sonrası barca maçına iyi moral diyen özkan sümeri hatırlayınca. 1-o ın rövanşında 2-6 yı ve roland koeman'ı anımsadım. sonra yine trabzonun avni akerde liverpool ve interi de devirdiğini. belki o zamanlar rövanşları iyi geçmese de el oğlunun da yenilebilir olduğunu ilk gösteren bu yağı karadeniz delikanlıları gösterdi bizlere. gs ise avrupa'da hem rövanşların hem de kupaların kazanılabileceğini yıllar sonra.

futbolun 367si, digisi, piyasası, şampiyon anadolusu ve bulantı ve nostalji...


bugün trt1 de muhtemelen yarınki ts-gs maçına binaen yayınlanan eski maçlara tesadüf ettim. oturdum bir güzel bu maçları izledim. özlemişim. hani eskiden daha mı iyiydi, sağlıklıydı,
şeffaftı, gürbüzdü, markaydı futbolumuz? elbette değildi. eyyam yok muydu? kralı vardı. ama bugünkü gibi saygıyla anılan kamuoyunun ve dahi bir çok iç ve dış faktöre bu kadar mal olmamıştı! belki o yüzden özlüyor ve seviyoruz eskiyi. malumunuz dün kamuoyu birliği ile futbolun 367 ayarı yapıldı gerek siyaseten gerek...
neyse.
demem o ki ; kimse aptal değil. bundan sonra her geçen gün derinleşen eyyam kuyusundan nasıl çıkılacak? bilmem kaç milyar dolarlık markacılar düşünsün benim derdim değil. benim derdim artık bazı şeyleri kaldıramamam. artık spor haberlerini, sayfalarını izleyemez olmam. elbet bu dünün önceki günün meselesi değil. hani ille de bir milat dikilecekse belki sn. polat'ın "kendince haklı olarak" samiyendeki bir beşiktaş maçında tribünleri avrupalaştırarak, barca'da çelside böyle yapıyor diyerek yarı-yarıya olan istanbul tribünlerini 90'a-10' a ya da adı her neyse çoğunluk azınlık kategorisine ayırdığında başka bir deyimle de türk futboluna endüstriyel futbolu enjekte ettiğinde başladı. ha belki de kaçınılmazdı bu gelişmeler bilemiyorum. polat yapmasa bilgili, o yapmasa yıldırım yapacaktı belki. kişiler üzerinde durmak anlamsız ya da. belki bu kadar çok tv hatta spor kanalı, gazete vs. bilişim çağı zorluyor bilemiyorum.

evet şu bir gerçek ki taraftar sayıları, geçmişteki başarıları, yine bu takım önemli yerlerdeki önemli taraftarları vs vs nedenlerle üç istanbulluya zamanında çok eyyam yapıldı. buna her şekil ve şartta eyvallah. lakin anlayamadığım aynı eyyam geçen sene resmen sivas'a yapıldı , başaramadı. bu sene daha fazlası bursa'ya yapılıyor. en muhabirinden en köşe kadısına, en futbolcusundan en teknik direktörüne bursaspor hedef gösteriliyor.
elbette saygı duyuyorum mücadelesine ki. ertuğrul sağlamı ayrı severim. isterim ki kariyerinde bir şampiyonluk olsun. ama ordan rıdvan bağırsın, burdan yılmaz vural öte yandan bilmem kim.
ha elbet görüşlerini, gönlündekilerini de söyleyecekler ama etkili ve yetkili konumdakiler bursa'nın şampiyonluğunu türk futbolunun kurtuluşuna bağlamıyorlar mı?
işte orda mideme kramplar giriyor. galiba biraz da bulanıyor.
öte yandan dünkü süperlig balans ayarı ile bir mucize olup da d.bakır kalırsa bir nevi ikinci a.gücü vakası yaşanacak süpper ligimizde. ama tabi avrupanın marka değeri kaç milyon dolar olan sayılı ligimiz var. sen de haklısın timuçin abi.
beri yandan normalde başka bir anadolu takımıyla oynayacağı maça saha kapatma veya seyircisiz ceza verilecekken gs , f.bahçe ile oynayacak diye para cezası ile geçiştirmek falan olmuyor ihsan.
amaaan, bursa şampiyon olsun türk futbolu kurtulsun.
yürüyün be timsahlar....!
ne anlatacaktık nerelere daldık..
boyumuzu aşan sular bunlar ama işte dilin kemiği yok güntekin...
sonuç zaten kaç yıldır uzak durduğum türk ve avrupa futbolundan biraz daha uzaklaşıyorum...
hem nasılsa trtnin olmadı bazen teklese de çok şükür hala iş gören hafızamızla nostaljimizi yapar. azalsa da her daim içimizde olan futbol ateşimizi söndürürüz.
lakin ve maalesef o eski sevda gelmez artık geri...
hiç unutmam sene 87. bildiğim, en soğuk ve karlı martını yaşadığı dönem istanbul'un. zaten bu yüzden istanbul'da oynanması gereken beşiktaş-dinamo kiev avrupa şampiyon kulupler kupası maçı gecikmeli olarak izmirde oynanıyor ve maalesef 0-5 kaybediyoruz. yanılmıyorsam bir hafta sonraydı rövanşı ve maçın başlama saati de iş çıkışına veya yarım saaat öncesine denk geliyordu. iddiamız yok diye ya da başka sebepten izin alamıştım. ama son dakikalarını dahi olsa izlemek için koştura koştura bir kahvehaneye girdim. ilk maç evinizde beş sıfır mağlupsunuz ve uzay takımı diye anılan d.kiev deplasmanındasınız. heyecan,umut,özlem,sevgi adı nedir bunun bilmiyorum. içeri giriyorum 0-2 mağlubuz. moraim bozuluyor. çıkmıyorum ama maç bitene kadar seyrediyorum. sonra ağır ve üzgün adımlarla evin yolunu tutuyorum.

trt2 de daha çok ilker yasin ve levent özçelik'in sunduğu avrupadan futbolu vardı her perşembe. 08:10 geçe başlardı. zira avrupa yakasındaki işimden anadolu yakasındaki evime yine koşarak gelirdim her perşembe. lineker'i, gasgoine'i, ispanyol naim'i, shilton'ı, john barnes'ı avrupa ve dünya kupalarından önce burada sevdik. ikinci ligi bank asya olmadan da izlerdik birinci lig olmadan da severdik. ama şimdi....
yıl 2010.
şimdi beşiktaş maçlarının özetini bile zar zor seyrediyorum. izlemek gelmiyor içimden. uefa ligi, şampiyonlar ligi hakeza.misal fulham-juve maçına rastladım geçen akşam reklam arasında. eskiden olsa evde savaş çıkarır kimseye değiştirtmezdim o kanalı. şimdi öyle mi ya? sanki sıradan bir reklam varmış gibi bir çırpıda geçtim. yo hayır eski günlerin hatırına en azından sonucuna baktım ve öyle zapladım başka kanala.
ha evet futbolda eskiye oranla hakem ve yabancı sayısından başka değişen pek bir şey yok
yine üç ihtimalli oynanıyor maçlar. ama özellikle ülkemizde futbola özgü önemli kararları daha çıkmadan bilebiliyorsunuz. sanırım acı olan da bu.
ama markamız ve değerimiz var tabi futbolumuzun o da ayrı!

1 Şubat 2010 Pazartesi

seçim

Aksak Timur, Nasreddin Hocanın köyüne uğrar.Köylü padişahı layıkıyla ağırlar.
Padişah da giderken bu konukseverliğe karşılık; "Köyünüze bir fil hediyem olsun" der ve gider. Fil bu zamanla bağ bahçe koymaz her yanı talan eder.Köylü ne yapsın çaresiz padişahın hediyesi diye ses çıkaramaz.
Hocaya:
-Hocam perişan olduk bizi kurtar.Biz bu file bişey yapsak padişah kellemizi alır derler.
Hoca:
-Benimle gelin padişaha durumu arz edeyim der.Köylüyü arkasına alır huzura çıkar.
Timur:
-Hoca niye geldin? Filim nasıl? diye sorar.
Hoca:
-Padişahım bu filiniz derken bi bakar korkudan arkasında kimse kalmamış herkes kaçmış.
Padişah:
-Eeeee ne olmuş file?
Hoca:
-Padişahım hediyeniz olan filden çok memnun kaldık.Yalnız kalıyor bir tane daha istiyoruz.

21 Ocak 2010 Perşembe

MAF başkan, beşiktaşım şampiyon olsun!

geçen akşam 24 tv de "kibar feyzo" vardı. güzel oyun adlı bu programda ne kadar özlediğimin farkına vardım o günleri. hani o yarım dönerek sol volesi ile direği ve schumacher'i avladığı gol için schumi benim hatamdı diyince bizimki kibarlığı elden bırakmayıp "hayır hayır toni o gol tamamen benim hatamdı" demiş.
bu ve benzeri bir çok spektaküler görsel bir hoş sada gibi baki kaldı dimağlarımızda o akşam.
lakin bu sabah metin-ali-feyyaz olsun başkan diye uyandım. tamam, üzerim açık kalmış üşüdüğümü de hissettim ama yemin ederim rüyamda görmedim. öyle uyanınca fink'in ayağına oturan top gibi çöktü dimağa valla bu fikir. gülmeyin lan çok ciddiyim ben.

hepsi okumuş çocuk bi kerem. feyyaz spor akademisi mezunu ve bildiğim kadarı ile metinle ali de iktisat mezunu. hem ali ticaret de yapmıştı zamanında. hani başkanlığın olmazsa olması tüccar kisvesi de var. hala ciddi olmadığımı düşünüyorsun değil mi?
tamam tüzük müzük teknik olarak geç kalınmış olabilir ama en azından gelecek dönem ya da en kısa zaman için ciddi ciddi düşünüyorum ben bunu.

bakın beşiktaşlı arkadaşlarım, kardeşlerim, abilerim bir nevi ön ödemeli klişe konuşması olacak lakin ben bu seçim filmini daha önce tam iki defa izledim.

sayın seba başkanken yüzde 80 ya da doksanımız yeter artık seba dedik ve önümüze gelen ilk adaya sarıldık şampiyonluk sevinci yaşar gibi. 100. yıl bilgili, lucescu, çavusesku, sinan engin derken göz göre göre şampiyonluk uçtu elden. sonra gelen mevcuttan daha iyidir diye aynı şekilde sn. demiröreni kucakladık. ve şimdi kurtar bizi aksu olduk. çok mu sert yoksa çok mu basit bilmem ama. benim yardımlaşmasız alan savunmasız kafam bu kadar basıyor bu kongre tüzük işlerine. basit düşünür, basit oynarım. golcüler orda!

sanıyorum ve maalesef bu güzide topluluk üç sene sonra başka bir godot'u beklemek zorunda kalacakmış gibi geliyor bana.
ha bunun için elimde ne taktik ne teknik ne de bilimsel bir veri var elimde. sadece his.
yüzde ellibir ben haklıyım ama!

o yüzden mümkünatını bilmiyorum ve sadece taraftar popülizmi benimki belki ama hani sevinmek için sevmediysek sadece sevgimiz için olacaksa bazı şeyler ahanda bu üçlü isterlerse paşalar gibi yönetirler kulubü diye düşündüm bu sabah.
yeter ki destek olalım.
yeter ki onursuz olmasın aşk!
yani...

14 Ocak 2010 Perşembe

muadil spikerler


geçen akşam ki bayağı geçti zaman. evde oturmuş bi yandan maillerime bakıyor arada da açık olan tvde beşiktaş-vitesse hazırlık maçını izliyorum. ama daha çok dinliyorum gibi. ertem şener olunca spiker gözüm bilgisayarda kulağım tv de oluyor elbet. kim ne derse desin seviyorum ben bu spikeri. tamam bazen kantarın topuzu kaçıyor ama farklı işte adam.

neyse işte tabata için dillendirmekten kaçınmadığı beşiktaşın brezilyalı çekik gözlü kartalı belirtili isim tamlamasını ikinci kez söylediğinde dank etti bazı şeyler. (ki misal cem yılmaz daha önce duysaydı bu tamlamayı kesin yahşi batıda kullanmak isterdi) ümit aktan geldi aklıma o sıra. doğaçlamada çok rahat olmadığı trt yıllarından sonra ferahlığa erdiği özel kanallarda en son kanal a'da fransız ligini anlatırken kullandığı tabirleri çok severdim bazılarına yuh artık desem de. mesela sene bir kaç yıl önce marsilya kısa boylu esmer bi topcu korner bayrağına giderken çimlerden hafif uzun "tutankomo" korner atmak için hareketlendi gibi acayip sıradışı tabirleri vardı ümit aktan'ın.

işte tam da buradan hareketle bilerek veya bilmeyerek belki biraz da benim zorumla maç anlatımda aralarında paralellik gördüğüm eski-yeni kuşak futbol spikerlerinden bir ekol bir ikame bir muadil kültürü çıkardım kendi kendime.
ve sonra olaylar gelişti...

ümit aktan - ertem şener : hiç şüphesiz serbest doğaçlamanın kralıdırlar. kim ne derse desin aşk için önce hoş sonra boş gelir ekolünün yılmaz hücumcusudurlar. ilki bir g.saray maçında hacı-arif beyi diğeri çölde bir vahayı(bkz. ronaldinho) ve daha bir sürü şeyi futbol türkçemize kazandırmış isimlerdir. gönlümüz bir avrupa/dünya kupası yahut CL ligi yarı finalini bu ikilinin analtımından dinlemektir. final mi? o kadar da değil...

murat ünlü - emre tilev : açıkçası bu ikiliyi birbirine benzetme nedenim. çok önemli özellikle avrupa maçlarında kendinlerinden vazgeçip trans haline girmeleridir. aşağılarda bir yerde daha yazdım. f.bahçenin deplasmandaki meşhur 3-2 lik bordo zaferinde bayıldığı söylenir ki iki sene önceki beşiktaşın 2-1'lik liverpool galibiyetinde emre tilev'de bayılacak diye ödüm kopmuştu. ha bayılınacak maçtı o ayrı. zaten ilkinde bayılmayanlar rövanşta bayıldılar bu da bambaşka bi ayrıntı. sonuçta öyle işte.

ercan taner - fikret engin : büyük ve küçük ses ve anlatım uyumlarından benzetiyorum bu ikiliyi birbirine. bilmem ki daha ne demeli. sergen attı şampiyonluk geldi... özledik bee...!

tansu polatkan-kerem öncel : hey gidi. hüseyin başaranla birlikte ankaradan bildirirdi tansu ağbi. mehmet'i yayarak, ilk e'yi uzatarak telaffuz edişi ve top orta saha civarlarındaysa sakin bir nehir gibi akarken ceza sahasına yaklaşmasıyla sel olup taşması en belirgin özelliğiydi. ses rengi anlatım tarzı ile nedense kerem öncel'i ona yakın buldum. çok heyecanlı olmayan ama çok da durgun olmayan orta karar anlatıcılar netekim.

levent özçelik - erdoğan arıkan : en büyük ortak özellikleri avrupa maçlarında aralarından kalın ve tok sesiyle gol diye net ve kesin çığıran ömer üründül'dür. sonra çok fazla hata ve gaf yapmayan akıcı anlatımlarıdır. ama işte nedense bir ercan taner heyecanı yok hiç birinde. sanki bi kırmızı biber bi kekik bi bi baharatları eksik gibi. aynı tedrisattan geçmiş aynı serilikte maç anlatan spikerler. ve sanki bir zamanlar arıkan'ın idolü olmuş özçelik.